Mart sonu 4 günlük tek başıma Londra gezisi planladım. Kızım Selma’yı babası ve aile büyüklerine teslim edip arkama bile bakmadan uçarak gittim😂😂. Ara sıra planlanan bu küçük seyahatler bana çok iyi geliyor, özgürce gezip dolaşmak, sevdiğim arkadaşlarımla vakit geçirmek, doyasıya müze, galeri gezmek akşamları konser, bale, geç ya da erken saat yenilen akşam yemekleri kolundaki saate bakmadan çünkü biliyorsun ki sabah ya da gecenin bir yarısı kalkmak zorunda değilsin, yatakta uzanıp kitap okumak (aynı sayfayı 75 kez değil de sadece normal insanlar gibi bir kere😺 )…
Bunlar hep özleğim şeyler ve bu liste uzayıp gidebilir. Kızımı tabii ki çok özledim ama benim de kafayı dağıtıp, yenilenmek için böyle kaçamaklara ihtiyacım var.
Bu tatil tamamen yeme içme,dilediğimce sergi gezme bazen anlamsızca bir kafede oturup dergi, kitap okuma ve gelene gidene bakma, sokaklarda burnum soğuktan yere düşünceye kadar yürüme, yorulunca sevdiğim kitapçılara gidip (elimde kahve ya da çayımla) raflardan onlarca kitap alıp inceleme sonra onları sırtlanıp belimi sakatlama üzerine planlandı. Hiç öyle kıyafet, dükkan gezmesi yapmadım sadece sevdiğim bir kaç yere gidip tabak çanak,aksesuar ve kozmetik reyonlarında dolaştım.
1. Gün
South Kensington da otelime varır varmaz sanki hiç yorgun değilmişim gibi öğle yemeği için Soho’da bulunan Barrafina’ya gittim. Barrafina açık ara Londra’nın en iyi tapas barı, öğlen ve akşam yemeği için erken gidip sıraya girmeniz ya da kapanışa yakın gitmeniz lazım. Ben Adelaide sokağında(covent garden tarafına yakın) bulunan şubesine gittim. Hollandez soslu enginar, rezene salatası ve kırmızı köz biberli nefis bir et yedim zira deniz ürünleri de muhteşem, akşam Japon restoranına gideceğimi düşünerek balık vs yemek istemedim.
Yemek sonrası biraz gezip covent garden’da yeni şubesini açan Petersham nurseries’e uğrayıp oradan National Gallery de halihazırda olan Van Eyck, Murillo sergisini gezdim. Müze, galeri kitapçıları oldum olası en sevdiğim yerler arasındadır hele bir de İngiltere de bu işi çok çekici hale getirdikleri için elim kolum kitap, poster ıvır zıvır dolu galeriden ayrıldım. Kitapları yanımda taşıdığım sırt çantama doldurdum çünkü sırada Piccadilly de bulunan Fortnum&Mason ve en sevdiğim kitapçı Hatchards’a doğru yürümeye başladım.
Fortnum’dan çaylarım, Hatchards’dan da kendime ve kızıma kitapları aldıktan sonra çay molası için Wolseley’de bir ara verdim. Yorgunluktan bitmiş olmama rağmen çayımı ve yanında elmalı strudelimi mideye indirip aldığım kitapları karıştırdım.
Akşam yemeği için otelime dönüp 5 dk dinlenip tekrar dışarı çıktım. Arkadaşımla Charlotte street de buluşup Kazu isimli modern Japon restoranına gittik. Nefis sushiler ve sashimiler, sıcak, soğuk başlangıçlar ve sake derken restoranda kalan son masa sanırım bizdik. Japon mutfağı seven herkese Kazu’yu rahatlıkla öneririm. Çıkışta pilim bittiği için ben otele döndüm ancak Charlotte street cok güzel barlar ve restoranlar, benim çok sevdiğim Charlotte street hotel bulunuyor, Londra’da yolu düşenler yemek sonrası barında bir şeyler içebilirler.
2.Gun
Sabah erkenden yağmurlu bir Londra sabahına uyandım. Kahvaltı için en sevdiğim otellerden bir tanesi olan Claridges’e gittim. Yulaflı taze orman meyveleri ve çay eşliğinde kahvaltimi yaptım.
Güne erken başladığım için hemen Tate Modern’de Picasso’nun love,frame,tragedy isimli sergisini gezdim, sergi eylül ayına kadar açık Londra tatili planlayanların bilgisine😊. Sergi sonra müzenin kitapçısına gidip oradan da epeyce bir kitap yüklendim.
Yağmur bitmek bilmediğnden öğle yemeğine erken gitmeye karar verdim seçeneklerim arasında Lyle’s, St john ve yeni açılan sabor vardı, tercihimi Lyle’s olarak kullandım. Her gün değişen mönüsüyle Lyle’s Londra’nın en lezzetli yemeklerini yapan restoranlarından biri. Yemek sonrası regent caddesinde bulunan benim de gezmekten keyif aldığım alışveriş yeri Liberty’de kendimi buldum.
Liberty’nin özellikle ev, mutfak eşyaları, kırtasiye bölümü, eşarp,şal, gözlük ve mücevher departmanları gerçekten gezmeye ve görmeye değer diye düşünüyorum. Her ne kadar Pound almış başını gitmiş olsa bile yağmur yağarken bir yere sığınıp güzel objeler görmek keyif veriyor.
Libert’nin içinde bulunan kafede çayımı yanında scone ve reçelimi de mideye indirdikten sonra babama çay almak için Harrods’ın çay kahve departmanına gittim.
Hiç vakit kaybetmeden otelime dönüp akşam yemeği için biraz dinlenip yeni açılan Nuala isimli restorana gitmek için tekrar dışarı çıktım. Nuala çok enteresan bir yer şöyle ki,sahibi Chiltern Firehouse’un eski şefi. Mutfak yeme içme meraklıların da bildiği Fat Duck’dan bir şefe emanet ayrıca Noma ve Bistrotheque’den de şefler de bulunuyor. Shoreditch tarafında bulunan modern dekorlu restoranın yemek ve hizmet kalitesi oldukça iyi demeliyim.
avcılar günlük kirlık daire
Temmuz 28, 2018 at 11:16 am
güzel bir blog