Herşey 2011 Eylül ayında başladı. UTMB TDS’den döndükten sonra ekipçe yorulmuş, kısaltılan yarışta başta hayal kırıklığı yaşasak bile, 106Km’lik bir yarışı bitirmenin keyfini çıkartıyorduk. Bir sonraki sene UTMB’ye gitmeyip daha çok yaşadığım ülke olan İngiltere’deki iki yarışa yazın odaklanacağımı ve daha çok deniz tatili yapmak istediğimi biliyordum. Hedef olarak ara bir yarış kışı zinde geçirmek için iyi bir fikir idi.
Zaten sürekli bir Top 10- Top 20 katılmak istediğim yarış listem var. Hedefsiz yaşamayı kesinlikle sevmiyorum. Hayat bize bahşediliş ve sürekli olarak doğru hedefleri koymak ve ulaşmak gerek. Ilık bir havada yarışa katılmak istiyordum. Farklı bir ortam ve ülke olmasını düşünüyordum. Kıbrısta yaşadığım günlerden beri ada konsepti ve adanın doğal güzelliklerine her zaman hayran olduğumdan ada bulmam ve orada yarış koşmam gerekli idi.
En hayalini kurduğum yarış Grand De La Reunion yarışı idi. Vahşi ormanda 60 saat 170km rüyalarıma giriyordu. Ama henüz ilk 100 millik yarış için doğru seçim değildi. Uzak, masraflı ve yorucu idi. 1 Hafta ayırmak gerekli idi. Diğer ada yarışlarından ise uzun süredir The North Face sponsorluğunda yapılan ve gerek videoları gerek fotoğrafları ile beni büyülemiş ve listemde üst sıralarda bulunan Trans Gran Canaria yarışında karar kıldım.
Bazı yarışları yalnız koşmak istersiniz. Arkadaşlarım ile çoğu yarışım en keyifli yarışlarım. Ama ilk belgeselimiz Düşlere Uzanan Patikalar’da söylediğimiz gibi bazen içsel yolculuklara ihtiyacınız var. Bu da tek başınıza mümkün oluyor. Bazı yarışlarda tek başınıza idame etmeniz size daha kuvvetli bir birey haline getiriyor. Bu bağlamda yarışa tek katılmaya karar verdim ve açıkçası biraz süpriz yaptım. Yakın dostlarım Aralık, çoğu kişi ise Ocak ayında katılacağımı öğrendi.
Bu sefer hazırlık sürecini iyi tutmaya karar verdim. Kendi kapasitemi biliyorum. 119km ve 7.300 lik hele 30 saat gibi UTMB’den 2 saat daha kısa bitiş ve daha dar kapı süreleri olan bir yarış için bir önceki yarış zamanımı en az 2-3 saat iyileştirmem gerekiyordu.
Ultra Maraton’un acılı yanı, ekim ayında cerrahi çekim ile tırnağım çekilirken. Bunu yaptırmasam TransGranCanaria yarışına hazırlanmak zor olacaktı.
Bunun yanı sıra bana ikinci kere destek veren izlesene.com sayesinde bir belgesel daha çekeceğimizden, onlara karşı sorumluluğum ek süre kısıtlamalarını da beraberinde getirecekti. Bunlar durup çekim yapmak, kapılarda kamera ile röportaj yapmak, sürekli çantadan pil, kamera çıkarıp geri koymak gibi süre kaybettiren unsurların ekleneceğini düşünerek 19 haftalık bir antreman programı belirledim ve ilk defa %85 seviyesinde bu proğrama uydum. Bununla ilgili detayları daha aşağıda bulabilirsiniz.
İngiltere’de John Wilkins isimli harika bir dostum var. Benim hayal ortaklarımdan biri. 19 hafta boyunca neredeyse tüm antremanlarımda yanımda olan bu 62 yaşındaki eski kütüphaneci tam bird emir koşucu. 3:15 maraton süresine ve yaş gruplarında harika performans sahibi. Beraberce çıktığımız yolculukta beni hiç yalnız bırakmadı ve onun desteğini kesinlikle unutamam.
Onunla Londra Ultra Maratonunu (50km ve 450m+) 5:08 gibi güzel bir sürede koştuk. Finişe el ele geldik. İlk ultrasını bitirdi ve umarım Mart 2014’te günübirlik Paris Eco Trail 80km’yi beraber koşmayı hedefliyoruz. Antrenman programım basit idi. Hafta içi erken kalk, disiplinli koş. Hafta sonları bir uzun yap. Cuma günleri ise sabah erken kalk, 2 haftada bir evden çalış ve sabah 1 saatlik rötar ile işini dengele. Bu bağlamda haftalık 85-130 gibi bir rakamı tutturmayı hedefledim.
Pazartesi, Salı ve Çarşamba 10-15km arası park koşuları, Cuma günleri Sabah erken Hamstead, Primrose Hill, Hydepark gibi yerlerde biraz dah aorta mesafe 19-29km’lik antremanları, haftasonları, Thames Path, Richmond Park, Hamstead yokuşları, Barnes Trail, Surrey, Boxhill, Lake District ve Peak District gibi araziler koşuları takip etti. Bunları belgeselimizin ilk bölümü olan ‘Antremanlar’ bölümünde 7 dakikada özetlemeye çalışacağız.
Yarışa hazırlanırken kilo vermek için özel birşey yapmadım. Çok zayıf biri değilim. Besinimi kesmedim. 1.78 boy ve 79 kilo başladığım serüvenime 75kg ile Start anına vararak kendimce uygun bir seviyeye geldim. Yarış sonundan 1 gün sonra ise 73.9 kilo idim. Halen 75 civarındayım. Özel bir diyet yapmadım ancak protein ağırlıklı beslendim. Hergün 1.5 yumurta ve iki kibrit kutusu beyaz peynir kesim yedim ve 250ml süt içtim. Ekmeği hep siyah ve buğday almaya çalıştım. Kola içeceğini azalttım. Yarıştan son 3 gün hiç içmedim. Şeker tüketimim ise çok azalmadı, kötü yanım maalesef bu.
İçki tüketimim çok az haftada 1 kadeh ve sigara zaten keyif için bile ağzıma sürmüyorum. Yarışa hazırlanırken çok hafif malzemeler ile koşmaya karar verdim.
19 hafta boyunca Londra Ultra haricinde bir yarış koşmadım. Yarış deneyimimin ultralarda iyi olduğunu ve nerede ne yapmam gerektiğini biliyorum. Kısa yarışlar bana maddi katılım ücreti, o günü bloke etme dışında bir fayda getirmiyor. Türkiye’de olsam arkadaşlarımla buluşmak için iyi bir fırsatlar dizisi olabilir. Ancak Londra’da tek ya da John ile odaklanarak uzun koşuları spontane yapmak daha rahat hissettiriyor. Bir yere dedike olmadığımda daha iyi haftasonu planı yapıp sosyal ve ev hayatıma da daha iyi odaklanıyorum. Hedef yarışlar dışında ileriki senelerde Fell dediğimiz benim dikey ve iniş kapasitemi geliştirecek kısa ama çok sert yarışları daha çok hedefliyorum. (Peak ve Boxhill Fell yarışları gibi…)
Yarışa 2 hafta kala Londra Ultrayı koştuktan sonra 50km kırıcı etkisini çabuk atlattım. İyi dinlendim ve plan yaptım. Bu aralarda çekimler yaparak biraz belgesel için hazırlık yaptık.
Yarışa Üniversite yıllarından tanıdığım dostum, cinemasyon isimli yaratıcı film şirketinin sahibi arkadaşım Pekin Azer bana eşlik edecekti. Kendisi hem çekim yapacak, hem benimle ultra maraton deneyimini an be an yaşayacak, beni kapılarda takip edip hem bireysel destek olacak, ayrıca belgeseli hazırlayacaktı. İzlesene’den aldığımız destek sayesinde cebimizden çok büyük bir masraf yapmadan iki kişi Kanarya Adalarına gidip, kaldık, 3 gün geçirdik ve döndük… Dönüş çok eğlenceli idi sonunda yaşadıklarımız size pek bir gülümsetecek.
TransGranCanaria
Biraz yarıştan bahsedelim. Yarış İspanya’nın Kanarya Adalarında geçmekte. Bu adalardan Gran Canaria en büyükleri. Diğer adalar gibi volkanik. Toplam beş adada her sene muhteşem organizasyonlar düzenleniyor.
Lanzorette Adası, Triathlon ve bisikletçilerin bahar aylarındaki kamp yeri. İngilizlerin en sevdiği tatil mekanı. Burada TransVulcania düzenleniyor. 85Km ve 5.000+ tıranışlı bu yarışta Sky running serisine ait. Bu tarz yarışlar bu adalarda çoğalıyor ve adaların konumu ve imkanı trail running ve doğa sporlarına son derece elverişli.
Bu sene Tran Gran Canaria yarışının da 10. Yılı idi. Geçen sene UTMB’nin de 10. Yılına katılmıştım. Bu senelerde daha canlı etkinlikler düzenleniyor. O yüzden seçtiğiniz yarış eğer 10. Yılına denk geliyorsa direk gidin derim.
4 Yarıştan oluşan bu festival UTMB’ye bazı konularda benziyor. Daha basit ve orta kademe yarışlar ise bu festivalin bir parçası.119km’lik ana yarış dışında, 24, 42 ve 90 km’lik parkurlar kolay değil ama katılımcı sayısını son derece arttırıyor.
Yanılmıyorsam 24 ve 42km yarışlarına biner kişi katılmıştı. Diğer iki uzun yarışta ise 400 ve 450 kişi kayıtlı idi.
Parkur eğim grafiği aşağıda. 119km’lik yarış ana parkur ve Cuma gece yarısı başlıyor.
Gece startının heyecanını az sonra okuyacaksınız. Burada hep söylüyorum ve bu yazıda dile getireceğim, ülkemizin tek etaplı en önemli ve kalablık yarışı İznik ultra maratonu’nın bir parkuru kesinlikle gece başlamalı. Bambaşka bir duygu…
Yarış öncelikle starttan 3 km sonra başladığınız tırmanış ile 1.200m kazanım ile kırıcı başlıyor, sonra 300-400m iniş ve çıkışlara mütaakip yarışın 55-80km arası inanılmaz dik çıkışları yaşıyor ve sürekli olarak teknik inişler içeren bir 40km ‘de dizlerinizi test ediyorsunuz.
Ultra Trail aslında Türkiye’de biraz daha tam net olarak bilinmiyor. Patika koşusundan farklı olarak bu yarışların tırmanış yükseklik farklarından kırıcılık denemeden anlaşılacak bir şey kesinlikle değil. 2.500m gibi yüksekliğe sahip 100km üstü bir yarış ile 7-8000m değişim aldığınız yarışların kırıcılık oranları kesinlikle homojen artmıyor.
Çünkü bu yarışlardaki pozitif rakam ne ise o kadar da iniyorsunuz. Yani 7.300m çıkıp 7.500m iniyorsunuz. Bu 15.000m dizlerinize yük binmesi demek. Daha net anlatabilmek için 15 km merdiven inip çıkmak… Ya da Uludağ’ın zirvesine Mudanya kıyılarından 4 kere çıkıp inmek gibi düşünün.
Diğer bir nokta ise Ultra Trail’lerde patikaların yoğunluğun yarışına göre çok değişmesi. Benim koştuğum TDS, TransGranCanaria (TGC) ve son UTMB inanılmaz derecede kayalık, basamak basamak km’lerce iniş çıkış içeren, iplere tutunarak kayalardan indiğiniz, uçurum kenarlarında koştuğunuz yarışlar.
Buna sanırım Likya yolu rotasının küçük bir kısmı benzemekte. TDS ve TGC’de ise yarışın %50si bu şekilde geçiyor diyebilirim. Dolayısı ile bu tarz yarışlara katılmadan UTMB CCC, İznik Ultra 75km, 133km, gibi yarışlarda kendinizi denemenizi öneririm.
Ben bu sene Great Gable, Boxhill ve Peak District gibi alanlarda çok iyi hafta sonları geçirdim. Buralarda çok iyi baton kullanma pratiği yaptım, malzememle koştum, kaydım , düştüm , kalktım, güldüm ve eğlendim… Bu antrenmanlar bana çok ciddi deneyim kattı…
Yarış Kanarya adalarının batısında bulunan Agaete liman şehrinden başlıyor ve adanın volkanik kütlelerinin bulunduğu iç bölümlerinden geçip kuzey doğusundaki başkent Las Palmas’ta sona eriyor.
Gidiş ve İlk Gün
Yarışa Pekin’in Londra’ya bir gün önce gelmesi ve neler yapacağımıza karar vermemiz ile başlıyoruz. Eksiksiz malzeme kontrollerimizi yaptık. Kamera pilleri, Petzl Ultra 350 Lümen kafa fenerleri gibi ciddi öneli malzemelerimizi yüklendik.
28 Mart Perşembe günü Madrid üzerinden Las Palmas’a varmak için Londra’dan Iberia ile uçuşumuzu gerçekleştirdik. Madrid havalimanında çekimler yaptık.
Burada Norveçli ama İngiliz biri ile evil 42km koşan Kalkan’da evi olan Radgnild ile tanıştım. Onunla sohbet ettik. Havalimanına indikten sonra Hostele geçtik. Önceden konaklama imkanını ayarladığımızdan Londra-Madrid-Londa biletini 220 Pound, Hosteli ise 2 kişi 3 gece 80 euro olarak halletmeyi başardık. Yarıştan dolayı bu sezonun inanılmaz yükseldiğini ve yer bulunmadığını belirtmek isterim.
Hostel’den sonra Pekin bir sonraki uçak ile geldiğinden ben eşyalarımı yerleştirdim ve kayıt alanine doğru ilerledim. Perşembe akşam ve Cuma kayıt oldğundan bir an evvel kayıt işimi halletmek istedim.
Las Palmas’ta 5 derecelik Londra’dan sonra hava 19 derece beni mest etti. Ama her zamanki gibi yarış günü gece bozacak ve zor zamanlar geçirtecek idi…
Kayıt alanı bir alışveriş merkezi önünde ve bitiş takının da olduğu yer. Sahil kenarı ve bu sahil bizim Anadolu yakasındaki sahile çok benziyor. Koşanlar, plajda sörf yapanlar ve sosyalleşenler…
Şarkı söylemek, tapas eşliğinde gitar çalıp keyif almak bedava… Ben sahilde yürüdm ve kayıt alanine geldim. Kayıt olurken görüntü kaydedeceğimizden dolayı Pekin’in bekledim ve ben fuar alanında alışveriş yaptım ve oyalandım. Yarış’ın Buff ve Tshirt’unu anı olarak aldım. İngiltere’de zor bulduğum Overstims kramp jellerinden aldım. Anket doldurdum. İznik Ultra bröşürlerimizi dağıttım.
Yarış alanında UTMB bitirenlere verilen yelekli çok kişi gördüm. Doğal olarak selamlaşıyorsunuz ve hangi parkurda olduğunu soruyorsunuz. İnanılmaz entersan bir Duygu. O yüzden yarış bitiriş yelekleri Tshirtlerinden daha kıymetli ve göze çarpıyor, yarış organizatörlerinin dikkatine :)
Pekin gelmeden önce ünlü yarışçılar Marco Olmo, Sebastian Chagneu, Ryan Sandes ve iki sene öncesinin parkur birincisi Zigor ile fotoğraf çektirdim.
Marco ile daha önce mailleşmiştik. Kendisini tekrar İznik e davet ettim. İngilizce hiç bilmemesine ragmen anlaşmayı başardık. Yanımda T-Shirt ve marker kalem götürmüştüm, hostelde unuttuğumdan imzalatamadım. Fotoğraflar yegane armağan kaldı…
Pekin ile çekim yaptık.
Kayıt sırasında beklerken 24km parkurunu koşacak arkadaşlarım Ersoy ve arkadaşı geldiler. Fenerbahçeli dostum ile hasret giderdim.
Kayıt olduk. Kayıt numaram ise her zamanki gibi 392 idi. Tamamen tesadüf verilen bu rakam benim için çok özel anlamlara sahip.
- İlk Arabamın ve benimle Kıbrıs’ta özdeşleşen ZZ 392
- Hayatımda ayrı bir yeri olan ve kendimi çok geliştirdiğim Kıbrıs’ın Telefon kodu
- İlk Maratonum olan Avrasya 2019’daki göğüs numaram
Olağanüstü ve mucizelere çoğu zaman inanmak gerek… Benim için yeri çok ayrı…
Bu yarış benim için hayatımdaki ilk ara kapıda drop bag bırakma deneyimini yaşayacağım yarış idi. Kırmızı çantaya istediğiniz eşyanızı koyuyorsunuz ve 80.km’de bu eşyaları kullanabiliyorsunuz.
Ben bu drop bag içine parkuru detaylı incelediğimden bir ek ayakkabı, alt üst kıyafet, ek çorap, tuzlu cips, kalem pil, enerji jelleri ve yedek şapka koydum.
Burada öğrendiğim ve önereceğim en akıllıca şey drop bag kapısı 70.-80. kmlerde ve siz 100-160km gibi bir mesafe koşacaksanız, kesinlikle yarım ya da 1 numara büyük bir ayakkabı koyun. Çoğu yarışmacı bunu yapmıştı ve akıllandığımı söyleyebilirim.
Ve Pekin ile araba kiraladık. Bu araç onun beni kapılarda daha rahat ve esnek takip etmesini sağlayacaktı. Gene kalabalıktan dolayı ülkede araç kalmamıştı. O yüzden farklı bir kuruluştan bulduk. Ama memnun kaldık.
Akşam ise Mercado denen Pazar yerinde Ersoy, ben , Pekin ve bir arkadaşımız daha beraber tapas yedik ve keyif yaptık. Sonra çok geç olmadan yattık.
Yarış Günü
Yarış günü sabah 10 gibi geç uyandım. Kahvaltıdan sonra malzemelerimizi ve Drop bagi teslim ettik. Biraz çekim yaptık. Ben otele döndüm. Boğazım biraz ağrıdığından dolayı pastil aldım. Uyumaya çalıştım. Hedefim akşam 18 gibi kalkmak 20’de alışveriş merkezinde yemek için buluşmak ve 22’de otobüslere binip Agaete’ye 35dk gitmek vardı. Start 00:00 da idi.
Uyku tutmadı. Döndüm dolaştım, hostelde internete girdim. Yaşadığınız stress bu noktada ortaya çıkıyor. Pekin çok anlayışlı idi ve kayboldu. Ben odada tek kaldım. Sonra hazırlanmaya başladım. Her zamanki gibi herşeyi gerekli gereksiz yataga serdim. Önemsiz ve gereksizleri ayırdım.
Pekine iki ayrı çanta hazırladım. 30 ve 45 kmlerde ondan küçükte olsa destek alabilecektim. İki Petzl Ultra’dan birini ona verdim. Hedefim Geceyi Petzl ile ışıl ışıl geçirmek, Sabah 10 gibi Pekin’e teslim edip gündüz Tikka ile ağırlıktan tasarruf etmek ve Gece güneş batmadan diger Ultrayı almak ve gene gece önümü iyi görmek idi. Sol gözümde olan %50 görme kaybı ve gözlük kullanımı yağmurda bu yarışlarda iyi fener kullanmamı gerektiriyor iğer insanlardan farklı olarak.
Malzeme olarak aşağıdaki malzemeleri aldım. Suyu gece 1.1 litre civarında tuttum. Petzl’in ağırlığını dengeledim. Toplam 10 adet enerji jeli ve elektrolit lokumu aldım. Her azaldığında yanımda en az 7-8 tane olucak şekilde ara torbalara koydum. 45.kmde Pekinden almak icin kuru etli baget, 95.km için tuzlu peynirli bir küçük baget daha verdim. Her zaman kapılar dışında kendi yiyeceğinizi bir şekilde ulaşın. Beslenme ile ilgili yazımı okumayı öneririm.
Çantamı hazırladım. Küçük Türk bayrağımı yanıma aldım. Bu sefer start’tada kullanacaktım…
Alışveriş merkezinde bol makarnalı bir yemek yedik. Ersoylar ile sohbet ettik. Yarış kiti içinde bulunan çipi ben bileğime takmıştım. Bunun daha sonra ayağa takılmasının zorunlu olduğunu öğrendim ve yarış öncesi değiştirdim. Bu yarışta diğerlerinden farklı kol bandı uygulaması var. Her yarış için farklı renkler. Bizimki hardal rengi. Ama kolda durması biraz rahatsız edici. Onun dışında göğüs numarasını iğne ile tutturdum.
Üstüme Tshirt, Kolluk, S-Lab 100 gramlık Rüzgarlık aldım. Beyaz Calf kompresyon çorapları ve eş Salomon Şortum ve Soft Ground S-Lab 5 ayakkabılarım var idi. Volkanik ada olduğundan Dirty Girl Gaiter’larımı taktım. Kafamda beyaz berem, arkamda ise Goretex Haglofss Pull 195 gramlık yağmurluğum var idi. Zorunlu malzemeler dışında bir ek lüksüm GoPro ve ek bataryası idi.
1KG daha hafif olmak için belgesel yapmayacaksınız ve gözünüz iyi görecek.
Pekin araba ile Agaeteye gelecekti. Ben yarış startını kaybolma vs gibi konulardan riske etmek istemediğimden dolayı otobüse bindim. Ersoylar ve Pekin yolcu etti beni.
22:45 gibi Agaete’ye vardık. Otobüsten tozlu topraklı bir otoparkta indik. 20 metre sonra asfalta çıktığımızda benim bir ultra maratonda yaşadığım en büyük sürpriz bekliyordu.
Bembeyaz kıyafetler içinde 50 kız ve erkek dev davullar ile yolun ortasına oturmuşlar ve geçecek yer yoktu. Gülüyorlardı. Ayağa kalktılar. 5 otobüs yaklaşık 200 kişi idik. Önümüze geçtiler inanılmaz bir davul gösterisi eşliğinden bizi 500 metrelik bir yokuş aşağı yoldan Agaete’nin muhteşem limanına indirdiler. Yolun kenarında seyirciler ve tüm agaete halkı kaplamıştı. İnanılmaz kalabalıktı. Bayrağımla onları selamladım ve arakamda gelen ‘Viva Turko’… Sesleri ile zaten heyecanlı olan halim artık mutluluk hormanlarının patlama noktasına gelmesine geçmişti… Starta kadar yürüdük.
Yarışın 10. senesi olmasından dolayı katılan yabancıları ve ilk ve tek Türk olduğumdan beni kameraya çektiler.
Basın ekibinden Wendy, Pekin ve bizimle çok ilgilendi ve ona her türlü konuda gereken bilgileri verdi.
Start alanında denize yakın bir noktada bir tünelde tüm yarışmacıları arkaya aldılar. Burada chiplerin okunması ve göğüs numaralarının kontrol edilmesi ile tek tek bu tünelden geri geçerek ve manyetik chip halısından geçerek kaydı yeniledik. O arada küçük bir tuvalet molasını Atlantik okyanusuna bıraktım.
Pekin tepede bir noktada konumlandı ve sıraya geçmeye başladık. Önümüze bir ip bant çektiler ve bu bant ile elite koşucuları ayırdılar, onları önce tanıttılar ve röportajlar gerçekleştirdiler. Limanın hemn yanında 1.200m’lik bir tepe var. Biz buraya çıkacaktık.
Dev projektörler buraya The North Face ve yıldız şekilleri ve İngilizce ve İspanyolca motive eden cümleleri yansıtıyordu.
İnanılmaz gaz bir atmosfer ve müzikler ile startta kendinizi cidii motive ediyorsunuz. Kısa yarışları bilemem ama uzun yarışlarda o kalabalıkta 30 dk ayakta beklerken bu muzikler beni inanılmaz rahatlatıyor. Tüm gözler sizin üzerinizde , ben bir ara kulağıma start öncesi uğruna inandığım ve dinlediğim 3 parçayı koydum. Bunlar Depeche Mode’dan Dream On, Prodıgy’den Narayan ve UTMB’nin teaser müziği…
Bunlar beni son 15 dakikada yarışa kesinlikle motive ediyor. Son 2 dk kala kapatıyorum ve anonsları dinleyip sesi açılan müziğe bırakıyorum kendimi. Pekin son kez bana el işareti yapıyor. Ok kendine iyi bak diyor. Onunda heyecanı gözünden okunuyor. Eminim çok farklı duygular yaşadı…
Yarışçıların %75’i İspanyol. Fransız, İtalyan, Alman, İngiliz, Amerikalılar ve Kuzey Avrupalılar sanırım %20’yi geri kalan ülkeler ise %5ini oluşturuyordur. Alttaki video’nun 23. saniyesine dikkat. Ben ve Kamera ile çekim yapan Pekin var.
İlk jelimi 10 dk kala alıyorum. 200ml su içiyorum. Start öncesi su önemli, heyecandan su kaybediyorsunuz emin olun. Hele bu tip bir yarışta ilk kez katılıyorsanız, su içmezseniz beni 2 km sonra hatırlarsınız…
Son1 dk…
Bayrağımı kaldırıyorum, sallamaya başlıyorum.
En sevdiğim şey gökyüzüne boş bakıp karanlıkta projektörler arasında parlayan bayrağımı seyretmek… Sonra indiriyorum.
Bu yarışta ilk 2km batonlar elde koşacaksınız. Kesinlikle yere değmeyecek. O kural nedeniyle batonlar katlı.
Start için gaz müzik son 1 dk da başlıyor. İnanılmaz gergin çok güzel bir müzik. 23. Saniye’ye dikkat.
Elinde mikrofon ile konuşan spikerin şu sözü zaten fenalaşmış vaziyette olan beni benden alıyor…
‘Onlar çok uzun bir yolculuğa gidiyorlar, artık söyleyecek birşey yok, herşey için hazırlandıkları an 30 saniye sonra başlıyor…’
Geriye sayıldığını anlıyorum. İspanyolca olduğundan son 4 ‘ten sonra bayrağımı kaldırıyorum ve önce adım adım , sonra omuz omuza itiş kakış takın altından geçip çıkıyoruz.
Çıkınca bayrağı kaldırıyorum ve koşarak 1km o şekilde tüm agaete’ye ve Gran Kanarya adasına geldiğimi belirtiyorum…
Turko sesleri arasında tabii ki her zamanki gibi bir gaz ile yarış başlıyor. Asfalt yaklaşık 2km. 38. Saniye’ye dikkat.
Deneyim burada önemli. Gece yarışı ve her yer 2km sonra patikaya girince karanlık oluyor. Lamba 40 lümene ayarlı. Açmama gerek yok çünkü patikada arkamda 250 önümde 200 kişi var. Işık sorunu yok. Bayrağı batondan söküyorum. Hafif ve küçük olduğundan önceden boş bıraktığım arka sağ göze sokuyorum. Nasılsa ilk CP’de düzeltirim. Batonları açıyorum. Seri adımlar ile toprak geniş patikada gidiyoruz.
Yan yana üç kişi geçebilir. Arkada kalan sağlam abiler topuklamaya başlıyor. Sakinim. Hedef tablom omuzumda. Amacım 26 Saat. Ama çekim cak olmam ve hava durumunun berbatlığı bunu revize etmem gerektiğini söylüyor. Ben hedefimi bozmuyorum 26 saat için hazırladığım tabloma uymam lazım. Uyamadığımda B planı zaten yarışı sağlıklı bitirmek ve en iyi olabilecek sürede.
İlk kapı Tamadabada. Bir ormanlık tepe içinde. Buraya ulaşana kadar 3 kişilik patikayı bazen bir kişilik taşlı basamaklı keçi yolu bazen kavak ve çam ormanlarının içinden geçen dik çıkışlar olarak katediyoruz. İlk kapıya gelirken yağmur başlıyor. Kapıda kola içiyorum. 2-3 kuruyemiş alıyorum. Su mataralarımı biri alıyor ve dolduruyor. 4 dk kaybediyorum. Organizasyon bu anlamda mükemmel. Gerek kayıt gerekse diğer konularda da benden yüksek puanlar aldılar. Eksiklerini ve gelişmesi gerekenleri yazının sonunda belirteceğim. Çorabıma kaçan bir taş bir an durup küçük bir yara bandını topuğuma takmama neden oluyor bu tarz ufak şeyleri herzaman küçük su geçirmez bir torbada taşıyorum. Çok faydalı. Sanırım 3dk kaybediyorum.
Kapıdan çıkıyorum. Ormanda biraz yürüdükten sonra 1 km asphalt geçip direk inişe geçiyoruz. Sonra tekrar küçük bir çıkıştan sonra Fenerimi artan yağmur ve azalan kalabalık ile beraber 170 lümene alıyorum. Bu şekilde 9 saat gidebilecek.
Pekin beni 2. Kapı olan Artenera’da bekliyor. Burası tepede bir kasaba ve kapı noktası İtfaiye garajının içinde. Buraya girerken Pekin üşümüş ve az giyinmiş. Araba ile ulaştığından çok uzun sürmeyecek. Bir kahve alıyorum. Gece Saat 04:10 gibi girmek istediğim bu kapıya sanırım 1 saat erken geliyorum. Herşey yolunda. Ağrı sızı yok. Pekin ile gülüşüyoruz. Keyifli anları. O da yarışın artık iyice içince uykusuz ama her zamanki gibi dayanıklı. Üniversitede 3-4 gece animasyon uğruna gösleri feda etmişlerden… Sağlam adam…
Ona eyvallah deyip basamaklardan oluşan uzun bir yoldan iniyorum. Sonra bu patikaya dönüyor. Koştuğum en keyifli yerlerden biri. Hayal edin… Gece yarısı saat 04:00, belinize kadar gelen otların olduğu ama dar patikalardan sürekli iniyorsunuz… Döne döne… Baton kullanıyorum ama bazen batonları ellerimde tutup risk alıp atlayıp zıplıyorum ve eğleniyorum. Sağlıklıyım, şükrediyorum, keyfini çıkarıyorum.
Yolda hızlılara yol veriyorum, yavaşları ise geçiyorum. İnişten sonra benim şu anda hatırlamadığım ama zor bir çıkış ile Bentagna kapısına ulaşıyorum. Buraya kadar yağan yağmurun haddi hesabı yok. Goretex maalesef muşamba değil, yağmura çok ama çok dayanıklı ama inanılmaz yağmurlarda size maalesef çok zor tutuyor. Yağmurluk ağırlaşıyor. Kamera ile az çekim yapıyorum. Bentayna‘da bir askeri çadır yolun asfaltın yanında. Buraya çıkarken yürüyerek templou çıktım. Buralarda adanın ortasındayız ve volkanik oluşumlar inanılmaz. Ada çok vahşi ve beni büyülüyor.
Pekin ile bundan sonraki buluşma noktamız 43. Km. Daha sonra 55, 95 ve finiş… Bentagna’dan sonra yarışın zor bölümlerinden biri. Dar ve manzaralı patikalar nefis ama maalesef çok kaygan. Salomon XT Wings S-Lab Soft Ground seçimi inanılmaz akıllıca ama FellCross ile bile başlanabilirmiş bu yarışa.
Gece önümdeki yarışçı sayısı azalıyor. Herkes birbirini bu yarışlarda bir noktada geçiyor ve yarışın sıralama ritmi oturuyor. Ben de artık kendi ritmimde ilerliyorum. İniş bittikten sonra küçük bir köyü geçiyorum.
Ve hava aydınlanmaya başladığının hissini veriyor. Hala fenerim kısık da olsa açık. Burada geçtiğimiz uçurum kenarlı bölge muhteşem. Bazen sis bastırabiliyor ve işaretleri takip etmek zorlaşıyor. İşaretleme gayet iyi. Bu yarışlarda işarete gerek olmayacak bariz patika olan yerlerde bende naylon harcanmasından dolayı işaretlemenin azaltılmasını uygun bulanlardanım. Onun yerine teknik ve şaşırtıcı yerlere odaklanılması lazım.
Daha sonra çıkış bitiyor ve asfalt yola çıkıyoruz. Burası gene volkanik kaya oluşumlarının olduğu bölgeler. Fotoğraf çekip devam ediyorum. Hem blog yazarı, hem belgesel hazırlayıcısı bir ultramaratoncu olmak zor. Paylaşımlar için her zaman bitirme sürelerinizde risk almak ve hep daha iyi bitireceğiniz yarışları arkadaşlarınızla paylaşmak için zaman keybederek geç bitirmeniz söz konusu.
Manevi anlamda onların yarış raporu sonrası yazdıkları bir cümle yorum size mutlu etmeye yetiyor. Maddi anlamda ise size malzeme desteği, iyi ilişkiler ve Türkiye gibi sponsorluk kavramının gelişmediği ülkelerde sizlere bir elin parmağını geçmeyecek kişi tarafından destek verilebiliyor. Son 2 yıldır malzeme alımına çok fazla para harcamıyorum. TV ve Internet Videosu belgesellerimiz sayesinde de senede 1 yarışımızın masrafını çıkartabiliyoruz. Sponsorum www.izlesene.com a sonsuz teşekkürler…
Yağmur gene devam ediyor ama daha seyrek, rotamız üzerinde havanın açık olduğunu ileriden görebiliyoruz. Kontrol noktasında üşüyorum. Sabah ayazı ve maalesef çok rüzgarlı bir noktaya kurulmuş check point CP noktası.
Yağmurluğu da giyince ve suyum da azalınca çantam çok hafiflemiş. Üstüme ne varsa giymiştim. T-Shirt, Uzun kolluklarım, Rüzgarlık ve Goretex yagmurluk. Bere, Buff ve Salomon visor ise tamamlayıcılar. Arada müzik dinliyorum. İnişlerde CP’den çıkanlar ile biraz kovalamaca oynuyoruz.
43. Km CPsine yaklaşık 1 km kalan tabeladan sonra Pekin’i göreceğimi biliyorum. Sisler açılmış ama her an inecek durumda gene. Hava ısınmaya başlıyor. Kapı’ya giriyorum.
Pekin arabada yorgun. Gece geçmiş ama enerjisi yerinde. Beni görünce çekim yapıp gülüyor o bana yetiyor. Bu noktada moralim iyi. Kanarya adalı arkadaşın peşine çok takıldım ve onunla geldik. Kameraya onu gösteriyorum. ‘Benim en iyi arkadaşım, yolu biliyor’ diyorum İngilizce, gülüyor.
Kapıdan çıkarken Fenerimi Pekin’e veriyorum. Küçük Fenerimi alıyorum. İçi bol kuru etli sandvich imi alıyorum. İnanılmaz iyi geliyor.
Yarım bardak kahve ile devam ediyorum. Bundan sonraki baraj gölünün yakınındaki 55km noktası.
Buraya kadar tatlı ve teknik inişler var. Harika bir flora. İnanılmaz bitkiler ve dev kaktüsler.
Bu noktalarda koruma alanı tabelaları var. Bir şey kopartmanız yasak. Kanarya adaları iyi bir yarışa hazırlanmak içinde çok çok güzel bir kamp yeri.
İniş sırasında bolca fotoğraf çekiyorum. İlk baraj gölündeyken hava açıyor. T-Shirt ile kalıyorum ama rüzgarlıgı ön cebime alıyorum. Ara ara iniş çıkışlarda hava çok değişiyor. Yağmurluk artık bir daha çıkmayacak şekilde çantaya giriyor. Yarışın sonuna kadar T-Shirt ve rüzgarlık yeterli oluyor. İlk defa bir barajın üzerinden yürüyerek geçiyorum.
Komik olanı 15.km sonra bir kez daha bir barajın üzerinden daha geçecek olmam.
Baraj yüksek ve enteresan yapı. Burada çekim yapıyorum ve devam ediyorum.
Barajdan sonra 63. kapıya gidiş gerçekten yorucu oluyor. Sıcak ve çok dikenli otların olduğu bir patika. Manzara geri dönüp baktığınız güzel.
Bu tarz sıcak ve eziyetli noktalarda benim taktiğim yorulabildiğim kadar yorulup çıkışı hızlı yapmak. Burada bayağı bir kişiyi geçiyorum.
Tepede su içip hafif düzlük bir alandan gördüğüm kapıya doğru tempo yapıyorum. İniş kaygan ve bol çamulu. Tekrar baraj üzerinden geçiyorum ve Pekin’i Teror yani 95. Km dışında göreceğim son kapıya geliyorum. Burada gölge bir ağaç altına çöküyorum.
Suyu Pekin’in arabadan alıyorum. Kuruyemiş alıyorum. Burada hatam Teror kapısında karanlığa kalacağımı bilmeme ragmen yüksekten geçeceğimizi ve sis olabileceğini tahmin etmemek. (79 ve 95 arasında Petzl ultra yerine Tikka ile koşuyorum ve maalesef bana sis ve toz içinde yetmeyecek…)
Kapıda maalesef çorba çok kötü. Ben once sıcak Gatorade içecek zannettim. Maalesef bu beni üzüyor. Bir kapıda iyi çorba olması önemli. Tuzlu ve size enerjiye boğacak bir şey olması ve şişirmemesi lazım. Şehriye gibi, makarnalı suyu na ekmek banabileceğim çorba hayali suya düşüyor. Meyve, muz ve tuzlu kraker alıyorum. İki bardak kola içip ayağımdaki bandajı değiştiriyorum.
Buradan sonra 79.km’ye kadar yarışın en zor bölümü. Sıcakta sürekli çıkıyoruz.
Orman içi ama gölge değil. 2009 yılında bu bölgede çıkan büyük yangın felaketinde maalesef ağaçlar üst bölümlerini kaybetmiş. Kavaklar ve çamların gövdeleri kalın olduğundan direnmişler ve yeniden kendilerini toparlıyorlar. Ancak birer elektrik direği tadında olduklarından hem üzülüyorum hemde yanıyorum. Doğamız ne kadar önemli. Bunu katledenleri lanetliyorum.
Yolda rastladığım Daniel Santana ile yaklaşık tüm yolu beraber konuşarak çıkıyoruz. UTMB’ye katılmış. İlk eşi İngiliz dolayısı ile ben de İngiltere’de yaşadığımdan ortak konu çok. Daniel beni burada çekiyor.
Gerçekten sağlam destek oluyor ve yolu da anlatıyor. Burada 3 defa yarışmış ve buralı. Çıktığımı rota da fotoğrafım yok ama organizasyonun fotoğraflarında Marco Olmo’nun buradaki fotoğrafı var.
Basamak basamak çıktığımız yollarda organizasyon fotoğrafımı çekiyor. Yorgunum ama iyi durumdayım.
Çıkışta bir genç karı koca yarışmacı yanlarında mini IPad ile fotoğraf çekiyor. Onu çantada taşımak akıllıca mı bilemedim, ama bazen beni geçecek kadar iyi ve güçlüler. Çıkışta düz bir alana çıkıyoruz. Taşlık ama güzel bi plato. İleride küçük bir orman var. Buraya ulaşmak için ip geçişli kayalık bölgeden inmek lazım.
Hayatında hiking yapmamış birinin inmesi bence imkansız. Eğer yükseklik korkusu var ise sıfır ihtimal. İpe tutunup, batonları çantamın bel kısmına katlayıp sıkıştırıyorum. Yoksa inmek imkansız. Kayalara ellerimle tutunarak iniyorum. Sebastian’ın fotoğrafı bunu daha iyi anlatacaktır.
İnişten sonra tatlı bir toprak orman içi yol sonra asphalt geçiş ve 79. Control noktası olan Garanon’a geliyorum. Burası ana ikmal noktası. Drop bag yani çantam burada. Bu arada kapıda bir koyu tenli amca bana gülümsüyor ve ‘Selamün aleyküm’ diyor. Karşılık veriyorum ve Faslı olduğunu benim çantamdaki Turk bayrağını gördüğünü, burada yaşadığını ve bir Türk’ü görmekten dolayı çok mutlu olduğunu anlatıyor. İngilizcesi super. Fransızcası muazzam zaten. Drop bagimden eşyalarımı alırken bana ne yemek istersin diyor ve ne istersem getiriyor.
Bu bana özel bir hizmet değil. Bu kapıya varan herkesin bitkin olduğundan herkese aynı desteği veriyorlar. Özellikle son 40km kapıları psikolojik olarak çok zor. Burada organizasyonun size otel misafiri gibi davranması inanılmaz.
Drop bagimden kuruyemiş ve kuru iç katmanıma kavuşuyorum. Tuzlu cips ve jellerimi alıyorum bazılarını yiyorum. Ayakkabımı değiştirmiyorum.
Drop bage eşyaları koyarken çantanın çok dolu oldugunu ve açılabileceğini düşünüyorum. (Her zaman düşündüğünüz başınıza gelir; 100 Pound saydığım Sıfır S-Lab hardgroundlarım çantadan aldığımda geri çıkmadı. Organizasyon bana yeni bir tane göndereceğini söyledi , bekliyorum) Dediğim gibi ara noktada bir numara büyük ayakkabı bırakmak çok ama çok akıllıca.
Suyumu doldurup çıkıyorum ve benim için yarışın en zor 16km’si başlıyor. Bu yüksek noktadan hemen iniş başlamıyor.
Dar ve harika yollar kaygan ve ışıksız. Fenerim siste yetersiz. Önümüz zor görüyorum. En az 4-5 defa düşüyorum. Batonlu düşüşlerde kollarınıza dikkat eteniz ve yeri gelince kendinizi düşürmenizi ve batonları elinizden atmanızı öneririm.Bu noktalarda batonlar bileklerime bağlı değil. Düşerken batona tutunmak belde ters hareket yapmanıza ve yarış sonuna kadar sakatlık geçirmenize sebep olabilir.
Teror kapısına kadar Pekin beni maalesef çok bekliyor. Plandan ilk sapmamı yaptığım kapı 30 dk ile Garanon. Sonra fark iyice açılıyor. 2 saat fark ile Teror kapısına giriyorum. Bitkinim. Fenerin az ışığı ve sol gözümün az görmesi beni bitiriyor. Pekinden yiyecek ve su alıyorum.
Hayatımda ilk defa bu kapda yarışı bırakmak isteyecek kadar yorgunum. Bir kahve alıyorum. Onu tuzlu biskuvi ile beraber tüketiyorum. Açılıyorum. Pekin bana yarış sonrasında ‘kahveden 5 dk sonra yarışın senin kafanda kesinlikle bitirebilme üzerine kurulu olduğunu’ düşündüm diyor. O enerji ile 95-106 arası çok iyi geçiyor.
Burada ile defa sürattan dolayı yol kaybettim ve çabuk toparladım. 5 dk kaybettim. Basıyorum tempo yapıyorum. Burada Fransız Marc önümde düşüp 2-3 metra aşağı çalılara yuvarlanıyor. 50 yaşlarında ama iyi deneyimli. Onu tutup çekiyorum. Çok teşekkür ediyor. Onla yolculuğa beraber devam ediyoruz. 111’dan sonra İsviçrede yaşayan İngiliz John ‘da bize katılıyor. Burada en zorlu kısım volkanik kum. Önünüzde tempo yapanların kaldırdığı kum ciğerlerinize kaçıyor.
Buff ile ağzınızı kapatınca gözlük buğu yapıyor. Hepsini yönetmeye çalıyorum ama daha sonra 1 hafta öksürdüğümü söyleyebilirim. 105-120 arası inanılmaz teknik, inişli çıkışlı patikalar, kasabaların içerisinden geçen labiret yollardan geçiyoruz. Dizlerde merdiven görünce ‘artık yeterli, kafi’ cümleleri yankılanıyor…
111’den 117’ye kadar organizasyona çok söylendim. Tamamen portakal büyüklüğünde taşlık nehir yataklarından bizi yarışın sonunda koşturmaları inanılmaz yordu. Ne koşabiliyorsun, ne yürüyebiliyorsun. O kadar saat sonra keçi gibi olman bekleniyor ve o da dizlerini bitiriyor.
Ancak yarışa girerken her şarta hazırlıklı olman lazım, sinirlensen de bunu yönetebilmek senin elinde. 118. km’de gibi Pekin’i telefon ile arıyorum ve 4m kaldığını söylüyorum. Finişe kamera ile geliyor. Çok uykusuz ama gene de heyecanı aynı.
Las Palmas ayaklarımız altında. Bu noktadan itibaren kum tepelerinden iniş var. Burası volkanik ama sertleşmiş kum tepeleri. Zemin ayakları dinlendiriyor. İniş bitince bir limana geliyoruz. Artık 1 km kaldı tabelasına insan inanamıyor. Bitti. 25 hafta antreman, yolculuk, hazırlık, 119km… Ve bitiyor… 1 km kaldı artık…
Çok yorgunum, sure istediğim gibi değil 26-27 saat hedeflemiştim. Ama ikinci ve üçüncü hedefimi tutturuyorum. Sağlıklı olarak 9. Uluslararası ultra maratonumu bitiriyorum. Sakatlık yok. Her şey güzel. Diğer hedefim ise bu yarış öncesi başladığım sosyal sorumluluk projemde hedefime ulaşıyorum. 52 bağışçım gözleri görmeyen insanlar için özel köpekler eğiten Guide Dogs UK organizasyonuna benim adıma 1.400 sterlin bağışta bulunuyor. Siz de katkıda bulunak isterseniz sevinirim. www.justgiving.com/emretok
Koşmaya başlıyoruz. Çok mutluyum. Yollar boş. Polis kordonundan yolun karşısına geçiyoruz. Müzik var ama insan neredeyse yok. Sabahın 5:20’si saat… İplerin arasından koşarken Pekin’i görüyorum. 3 yarışmacı yanyana giriyoruz. İsmimi okuyan İspanyol kızı selamlıyorum.
Ve Türk bayragım gene batonuma takılı gülümseyerek takın altındayım. 29 saat 24 dakika 54 saniye sonra finişe giriyorum. Kapı 30 saatte kapanmadan 30 dk once. Bir önceki aynı mesafedeki ve 200m daha az yükseltisi olan yarışımdan tam 2 saat daha iyi derece. Çekimler, kafa feneri ve duraksamaların bana zararı net 1.5-2 saat. Ama ben gene de çok memnunum.
UTMB CCC 72km, Northampton 58km, Dorset 58km, London Ultra 55km, UTMB TDS 119km, Paris Eco Trail 80Km, UTMB 106km, London Ultra 50km ve TransGranCanaria 120km…
Sanırım Türkiye’de 50km üzerinde tek etaplı en çok uluslararası ultra maraton bitiren 3-5 kişiden biriyim. Bunun her yarışta kattığı birikim gerçekten bana büyük haz veriyor.
Bitişten sonra yeleğimi alıyorum. Chipimi geri veriyorum ve depozitimi alıyorum.
Masaj sırasında beklerken ayakkabının kaybolduğu haberi geliyor. Orası üzücü. Ertesi gün gelip bakacağız. Ama bulamayacağız.
Bu yarıştan sonra maceralı bir 2 gün süren yolculuğumuz var. Uçağın kalkmasına 2 saat kala yorgunluktan uyurken Pekin’in de kendinden geçmesi bize pahalıya patlıyor. :) Genede baştaki stresi atıp sonra gene havalimanında bayağı bir eğleniyoruz. Londra’ya vardığımızda ise soğuk hava bizi karşılıyor… Ama içimde Kanarya adalarındaki macera’nın hala sönmemiş ateşi var…
Netleşen tek yarışım 15 Haziran’da Petzl South Downs Way 100 Mil (162km) 4000+ yarışım.
Süre limiti 30 saat olması beni tek endişelendiren yarış. Bu yarışta kesinlikle kamera ve çekim yapmaya fırsat yok. Kapı kontrol noktalarında eşim Sedef ve belki bazı arkadaşlarım olucak. Hala 52.km’den sonra yön bilen ve 40 mil pacerlık yapacak birilerini aramaktayım…
Yarışın belgeselinin teaser yani tanıtım bölümünü burada bulabilirsiniz. Yakın zamanda tüm belgesel 6 bölüm yayınlanacak ve DVD haline getirilecek.
Emre Tok İle Trans Gran Canaria Ultra Maraton Teaser | izlesene.com
Bu yarıştaki pozitif durumlar
- Start alanının büyüleyici atmosferi.
- Türk bayrağına ve bana gösterilen ilgi….
- İlk çıkış sırasındaki kafa fenerlerinden oluşan insan selinin görüntüsü…
- 34-55.km arasındaki Flora ve bitkilerin muhteşemliği.
- 95-105 arasında ada manzaralı tepede tarihi su kanallarının yanında koşmak.
- Elit yarışmacılara ulaşabilir ve onlarla sohbet edebiliyor olmak.
- Çanta ve malzeme optimizasyonu.
- Hafif olmak, sadece extra 3 küçük jel ve 400ml ile yarışı bitirmek.
- Doğru Kıyafet seçimi.
- Sıfır Kramp.
- Hem antreman sıklığı ve miktarı
- Hem de doğru beslenme ve elektrolit alımı
- Sıfır ağrı ve sakatlık (tahtaya vur)
- Yarış sonrası bile yürüyebilen ve rahat durumda olmak…
- Organizasyonun pozitifliği, işaretleme, parkur güzelliği.
- Yarışın kırıcılığı… Benim için gene iyi bir deneyim ve kendini geliştirme imkanı.
- 79.km’den sonraki muhteşem ılık gece havası.
- Drop bag kapısındaki görevlilerin otelde hissettirecek kadar size hizmet etmesi.
- Pekin’in hem dostluk, hem yolculuk arkadaşı, hem kameramanlık, hem malzeme desteği üstüne bir de psikolojik ve moralman destek vermesi. Yarış sonrası ise tüm belgesel ve video işini üstlenmesi…
- Baraj üzerinde yürümek… Hem de iki defa…
- 70.km’deki dik hac yolundaki manzara…
- Daniel Santana, Marc Foy eve John ile tanışma ve arkadaş olma…
- Salomon XT Wings S-Lab 5 Soft Ground ve çamurdaki başarısı
Gelişebilecek durumlar.
- Basın için transfer otobüsünün eksikliği
- Fotoğrafçıların sona kalan yarışmacıları çekecek noktalara olmayışları ve 24,42km yarışlarına odaklanmaları.
- Fotoğrafların ödeme sitesindeki öeme sorunları.
- Basın akreditasyonu sırasında verilen promosyonel malzemeler UTMB ayarında değil. Beklemiyorum ama olsa iyi olabilirdi. Pekin’e verdikleri safari şapka güzeldi.
- Finiş anında sabah erken kimsenin olmaması :) Erken bitireceksin kardeşim :)
- Ayakkabımın drop bag’den kaybolması.
- Kapılardaki bazı yemeklerin yetersizliği
- Kötü çorba. Açıkta beklemekten taşlaşmış krakerler.
- Havalimanında bird aha uyuya kalmamak…
- Kafa fenerlerinin doğru planlanmamasından dolayı 16km zaman kaybetmek, düşmek ve keyif almamak…
Yarışın resmi videosu
Yarışın The North Face – Get Ready for bakış açısı ile video içeriği
Tekrar destekleriniz için teşekkürler.
EMRE
Ferudun Tok
Nisan 13, 2013 at 9:35 pm
Seninle gurur duyuyorum.
Orada olup bayrağımızla seni görmek ve sana sarılmak isterdim.
Soner Sarıhan
Nisan 15, 2013 at 2:54 am
Emre harika yazmışsın.
Sana koşularında yardımcı olan John Wilkins’e selamlar.
İlk 2 km de baton kullanmak kalabalıkta başkalarına çarpmasın diye yasak değil mi ?
Malzeme listesi, anlatım, fotoğraflar harika.
Aradığın pacer ın özellikleri nedir ? ne sürede ne kadar ne yapması gerekiyor.
Start müziklerini özellikle denedim. Kendiminkiler ile devam edeceğim.
Faslı amcanın süprizi iyi gelmiş olmalı.
Organizasyon ayakkabını gönderince yaz, bizim bile içimize oturdu.
Sadece en çok koşan ultracılardan değilsin, bulaştırmak için en çok emek harcayansın
aynı zamanda.
100 mil yarışında başarılar.
sevgiler…
Galip Akkaya
Nisan 15, 2013 at 7:27 am
En baştan hem okuyup hem yazmak istedim Emre.
Muhteşem başladı !!!
Harika antrenmanlar yapmışsın, tırnak için çok üzüldüm:(
Arkadaşın olması iyi olmuş, ama dediğin gibi keşke burada olsaydın beraber koşar destek olurduk her zaman.
Malzemeler harika yine tam sana yakışan olmuş.
392 numarasının Uğuru hep seninle olsun çok güzel tesadüf
80. Km ye eşya bırakmak büyük fırsat.
Tek Türk olman beni çok duygulandırdı,
Müzik ile motive olduğun fotolardan çok etkilendim!!!
O anın tarifi yok Emre !!!
Bayrağı salladığın an muhteşem yaa…
Bende Berlin maraton start anını,müziği dinler gözlerimi kaparım.
ve hala hatırlar yine ağlarım …
İlk video sanırım organizasyona ait birinci şahane gelmiş
2. 85 km koşan ne kadar genç dikkatimi çekti ?
Turko sesleri süper yaa :))
Ne diyeyimki .
Tüm yarış raporunu heyecan içerisinde okuyorum .
fotoğraflar müthiş sende öylesin Brooo :))
teror kapısına geldiğin kısım ve süre sapması fena olmuş ama anlatırsın diyor, okumaya devam ediyorum…
Volkanik Kumlu kısım zor olmuş.
Ama 111 km desin süper.
Hedef tutmamış ama dediğin gibi Emre sakatlık yok en güzelide bu :))
Vee finiş:))29 saat 24 dak.
Kocaman tebrikler kardeşim
-Ayakkabına üzüldüm:(
-Uçak kaçmış? Olur o kadar
-Kahramanlar da uyur :))
Şimdiden 100ml yarışı için başarılar :))
Harika bir yazı Emre, muhteşem bir yarış
Videoları iZlerken gözyaşlarımı silmedim desem yalan olur.
Emeğine, ayaklarına yüreğine sağlık
Emre.
iyiki koşabiliyoruz ve iyiki senin gibi birisini tanımışım…
Sevgilerle
bata
Nisan 15, 2013 at 8:36 am
soner’ in “Sadece en çok koşan ultracılardan değilsin, bulaştırmak için en çok emek harcayansın
aynı zamanda” cumlesine katiliyorum…
yaptiklarini/yasadiklarini paylasmak icin harcadigin caba, en az yaptiklarin kadar zor. bitirdigin tüm kosular (yaris demek istemiyorum ben onlara, nedense cok samimiyetsiz geliyor) icin ayaklarina, sonrasinda paylastigin icinde ellerine, gozlerine ve zamanina saglik.
yazilan yorumlar az diye de moralini bozma, biz senin yazdiklarinin kiymetini biliyoruz ;)
bata
Nisan 15, 2013 at 8:38 am
soner’ in “Sadece en çok koşan ultracılardan değilsin, bulaştırmak için en çok emek harcayansın
aynı zamanda” cumlesine katiliyorum…
yaptiklarini/yasadiklarini paylasmak icin harcadigin caba, en az yaptiklarin kadar zor. bitirdigin tüm kosular (yaris demek istemiyorum ben onlara, nedense cok samimiyetsiz geliyor) icin ayaklarina, sonrasinda paylastigin icinde ellerine, gozlerine ve zamanina saglik.
yazilan yorumlar az diye de moralini bozma, biz senin yazdiklarinin kiymetini biliyoruz ;)
not: her kosunda türk bayragini cikariyorsun ya! bana ayri bir motivasyon kaynagi oluyor. ben de gidilmemis yerlere gidip senin gibi bayragimizi sallamak istiyorum. helal olsun!
Ozgur Alaz
Nisan 15, 2013 at 8:56 am
Emre,
Her yaptığını büyük hayranlkla takip ediyorum. Çok ilham verici olmuş.
Bülent Atilgan
Nisan 17, 2013 at 11:51 pm
Antremani izledim , yazini okudum, videolari seyrettim. Çok yoruldum olm ben yatiyorum biraz dinlenicem. Sabahin korune, yagmura, camura attigin tekme azmin en guzel ornegi. Arcil gobekli, sota sirim gibi hala :)
Gürkan AKAĞAÇ
Mayıs 11, 2013 at 12:09 am
Emre , çok çok tebrikler …Bir solukta okuyup belgeseli de izledim.Diğerlerini de bekliyoruz.Bu arada bu yaştan sonra senin yüzünden koşuya başlayacaz. :)) selamlar
Murat OĞRAK
Ağustos 19, 2013 at 12:29 pm
gerçekten tebrikler keyifle okuduk