Tam 22 hafta hazırlanmaya çalıştım. Bunun 17 haftasında kesintisiz antreman yapmışım. Çok yoğun çalışma hayatıma rağmen %60’lık bir oranda 100 Km Ultra Maraton antreman programına kendimi uydurmayı başarmıştım. Şimdi bu efor ve sabrın tüm sonucunu almak için İstanbul üzerinden Cenevre’ye geliyoruz. Havalimanında Serkan ve Sertan Girgin kardeşler ile buluşuyoruz. Bu yarışmada göğüs numaralarının üzerine Türk bayrağını ilk defa yapıştırmayı başaran üç Türküz. Ayrıca gururluyuz.
Fotoğraf: Serkan Girgin
Yarıştan 2 Gün Önce
Havalimanında buluşup kısa sohbet ve yorucu uçak yolculuğunun ardından 3 saat sonra Cenevre’deyiz. Chamonix’e İstanbul’dan gelmenin en iyi ve en kısa yolu Cenevre. Önce trene atlıyoruz ve şehir merkezine gidiyoruz. Gar’da Sertan fransızcasının da verdiği avantaj ile bize aktarmalı üç tren bileti alıyor ve şehrin diğer tarafında (nehrin diğer tarafında) bulunan tren istasyonuna gitmemizi belirtiyor.
Hava güzel, elde çek çek valizler ve sırt çantaları olduğundan keyifle yürüyerek yolun %90’ını gezerek geliyoruz.
Çiçekten saat ve göl üzerindeki fotoğraflar hafızalarımıza anı olarak kazınsın diye uğraşıyoruz.
Son bir gayret ile tramvay’a atlayıp 3 durak sonra tren’in kalkacağı, biraz terk edilmiş, grafittilerle dolu istasyona geliyoruz. Tren’imiz saat 14:00 civarı. Aslında otobüs ile de havalimanından 33 euro vererek 1.5 saatte Chamonix’e varmak mümkün. Biz dönüşte yağmur dolayısı ile bu şekilde yaptık çok faydalı oldu ama giderken hava muhteşem ve tren ile köy ve dağları yakından görecek olmamız bizi heyecanlandırıyor.
Tren kalkmadan önce kahve molası ve sohbeti derinleştiriyoruz. Tren’e bindikten sonra önce 10 dk sonra başka bir trene daha sonra 40 dakika sonra diğer bir trene aktarıyoruz. 2.5 saat sonra Chamonix’deyiz. Girgin kardeşler bizden 2 durak önce kalıyorlar; vedalaşıp ayrılıyoruz. Chamonix ile ilgili çok detaylı başka bir yazı hazırlayacağımızdan dolayı size detaylı anlatmayacağım; süpriz olsun.
Otelimize yerleşiyoruz. Hotel Blanche yeri itibari ile olağan üstü; yarışın başlangıcının iki yan sokağında ama yarışın tamamı önünden geçtiğinden dolayı bazı durumlarda uykusuzluğa sebep olabiliyor. Fiyatları makul ve temiz. Bugünü gezerek geçireceğiz ama ben hemen kayıt işlemlerimi tamamlamak için ana çadırın bulunduğu kayıt noktasına gidiyorum.
Kaydı 2 gün evvel yaptırmak çok akıllıca. Çünkü sıra az ve hızlı ilerliyor. Son gün Girgin kardeşlerin iki saat sıra beklediğini öğreniyorum.
Kayıt şu şekilde işliyor;
- Önce ilk masada sağlık formunu tekrar imzalıyorsunuz.
- Daha sonra size bir zarf veriliyor. Bu zarf içinde kontrol çipi içeren göğüs numaranız ve çeşitli bilgiler var. Üstünde göğüs numaranız ve bilgileriniz yazıyor.
- Sonra çantanıza minik bir kelepçe takıyorlar. Bu kelepçe yarışta o çantanın kontrol edildiğine ait. Sonradan çanta değiştirme şansınız yok; diskalifiye olabilirsiniz.
- Daha sonra bileklik alıyorsunuz. Bilekliğinizi çıkartma şansınız yok. Bu daha sonra göğüs çipiniz ile iade ettiğinizde 20 Euro depozitonuz geri verileceğinden dolayı önemli. Depozito ise ilk kasada veriliyor. Bunların hepsini gönüllü, çok şeker orta yaşı ve genç hanımlar ve beyler yapıyorlar. Türkiye’den eldiğmi öğrenen iki hanım “Istanbul; Magnifique” diyerek beni gururlandırıyor. Bilekliğim yeşil renkte; CCC Parkurunda yarıştığım için. TDS parkuru mavi, UTMB parkuru ise kırmızı renkte. Zaten bu bileklikler takıldıktan sonraki 2 gün boyunda (Aaa adama bak kırmızı bileklikli, Hayda bu yaşlı teyze nasıl mavi bileklikli olur, nasıl yarışır gibi) enteresan yorumlar yapıyor herkes. J Ama sanırım seneye buna daha alışkın olacağım.
- Bu adımdan sonra çöplerinizi atmanız için bir aparat veriliyor aynı yerde büyükçe bir torba courmayor’da bırakacağınız ama Chamonix’de alacağınız eşyalarınız için verilor
- Daha sonra bedava ulaşımınız için otobüs biletinizi alıyorsunuz. Bu CCC ve TDS parkurları için. Çünkü yarış 45 dk uzaklıktaki İtalyan şehri Courmayor’dan başlıyor. Buraya sabah 15 dakikada bir kalkan otobüslerle gidiyorsunuz. Yanınıza alacağınız bir kişi ise 25 Euro karşılığında iki gün boyunca tüm noktalara ulaşan otobüslerle sizi takip edebiliyor. Sedef’e de bir bilet alıyorum.
- Bir sonraki masada ise T-Shirt’ünüzün bedenine göre bir bilet verilyor. Bu bilet ile ana çadırdan çıkıp kurulan malzeme, yarış ve diğer her bilgiyi bulacağınız standlardan oluşan panayır alanındaki 82 numaralı standdan almanız gereken bir T-Shirt. Markası tabii ki de The North Face J
- Sonraki adım ise SMS – Kısa Mesaj hizmeti. Bu hizmet için 5 Euro ödüyorsunuz ve her telefon numarası için ek 3 euro veriyorsunuz. Sevdiklerinize vardığınız her kapıda SMS gidiyor. Güvenlik açısından muhteşem.
Tüm bunlar 30-45 dk sürüyor.
Kaydımı tamamlıyorum. Daha sonra Salon Ultra’ya; yani panayır alanına gidiyorum. Ünlü yarışçı Dawa Sherpa ile fotoğraf çektiriyorum.
Tüm dergi ve yarışlar hakkında broşürler alıyorum. Bir kaç enerji jeli alıyorum; Fransız mallarının methini duymuştum. Özellikle kramp önleyici antioksidan ve laktik asit düzenleyeyici jellerden 3-4 tane alıyorum (ki yarışta çok ama çok işime yarıyor).
Yarış Sabahı
06:00 suları
Yarış sabahı çok gergin uyanıyorum. İnanılmaz bir heyecan. Evet geldim. Chamonix’deyim. İnanamıyorum. Sabah 6’da kalkıp çantamı kontrol ediyorum. Sabah 5 ‘te yarış direktörlüğünden gelen Sıkı giyinin hava berbat uyarısı biraz ürkütüyor. Ne almalıyım. Ekstra bir içlik mi ? Yoksa hafif olmak daha mı önemli. İstanbul’daki malzeme planıma sadık gibiyim. Sadece üç jeli çıkarıp yerine başka beş tane jel aldım. Bunların 4 tanesi kramp girmesine karşılık. Yağmurluğumun yanına yelek alsam mı almasam mı tartışmasını yapıyorum. Çantamın ergonomisini kontrol ediyorum. Rahat mıyım ? Su torbası + perpetium içecek için ek aldığım şişenin kontrolünü yapıyorum. Sallanan tek şey beaker yani su bardağım. Ay yıldızlı bir armayı çengelli iğne ile sol göğsümün kenarına bir yere tutturuyorum. Baktıkça bana moral verecek. Gurur verecek..
Otelden çıkıyoruz. Sedef beni Video kaydına alıyor. Burada artık elimde batonlarım otobüse gidiyoruz. Havanın bozacağı belli.
Bu alanda beklerken süper enteresan kıyafatli Japonlar geliyor. Özellkle dizlerindeki pembe, mavi ve fosforlu renklerdeki Kinesio bantları muhteşem. Bu konu ile ilgili ileride bir yazı hazırlayacağım. Her ülkeden yarışçı var. Arjantinli bir kadın yarışçı kolu alçıda. Dayanıklılık sporları böyle birşey. Bırakamıyorsunuz. Başınıza ne gelse vazgeçemiyorsunuz. İnsanların kıyafetlerine bakıyorum. Kimi inanılmaz büyük çanta ve ağırlar. 3.3 Kg ağırlığım ile daha fazla hafifleyebileceğimi sanmıyorum. Buna 1.5 litre su dahil.
07:15
Otobüslere binme vakti; her 15 dakikada bir otobüs var. İnanılmaz bir nizam ve tertip. Otobüslere önce yarış görevlileri, yarışçılar daha sonra sizinle beraber olan misafiriniz biniyor. Sedef ile burda bir süreliğine ayrı düşüyoruz. O başka ben başka otobüsteyiz.
08:00
Yarışın startına 2 saat var. Courmayor’a varıyoruz. Sedefyarıştan sonra 4 saat burada kaldığından kısa bir gezi yaptı. Courmayor’u ayrı bir yazıda anlatacağız. Serkan ve Sertan’da geldi. Hemen arkamızdaki otobüsten iniyorlar. Otobüslerin bizi bıraktığı yer ile yarış başlangıcı arasında yürüme 5-6 dk. Burada bir kafeye oturuyoruz. Espresso, Kruvasan ve stres atma.
Fotoğraf: Serkan Girgin
Girgin kardeşler yarış hazırlıklarını yapıyor. Tuvalete gidiyoruz. Su kontrolü vs derken sağanak başlıyor. Herşeyin habercisi sanırım bu.
09:30
Yarış alanındayız. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Yağmur çiselediğinden hem telefon, hem kamera hem de fotoğraf makinem olan cep telefonumu kaybetmek istemediğimden yarış sırasında olduğumuz anda fotoğraf vs çekmiyorum. 1.800 yarışmacı bir alana toplanmış vaziyette.
Sedef ile vedalaşıyorum ve ondan bol bol video çekmesini istiyorum. Ben tam start alanından çıkarken beni yakalamasını istiyorum. O beni yakalamadığını düşünüyor ama yakalıyor (Aşağıdaki fotoğrafa ve Start anı videosunun 1.dk 16. saniyesine bakınız !; Ekranın solunda mavi ceketli elinde baton olan ben ve yanımda Serkan Girgin )
9:55
Artık son 5 dakika ! Sertan’ı kalabalıkta kaybettik. Serkan ile yan yanayız. Heyecan dorukta. Yarışı düzenleyen üç ülkenin milli marşları okundu sırasıyla; Önce İsviçre sonra İtalya ve en son Fransa. Burada mıyım gerçekten? Sürekli videolarını defalarca izlediğim, yarış müziğini duyduğumda bilgisayar karşısında tüylerimi diken diken eden yerdeyim. 1.800 şanslı yarışmacı ile star mı alıyorum ? EVET !
10:00 Start
Önden 15-20 sırada gibiyiz. Dolayısı ile start anında geri sayımdan hemen sonra fırlıyoruz. Şehrin içinde 2 KM geçiriyoruz ve dağ sıralarına doğru ilerliyoruz. Serkan 1. KM’den sonra temposu ile geçebildiği kadar kişi geçiyor ve ilerliyor. Ben onların deneyimi ve kondüsyonu seviyesinde olmadığımı biliyorum. Yılların verdiği yön bulma, Aladağlar, Everest, Rus dağları gibi tecrübeleri olan Girgin kardeşleri bu son görüşüm; artık yarış sonuna…
Tempomu sabit tutuyorum. İlk hedef Bertone; burası 700 metre tırmanış demek. 5.600 metre tırmanışımızın ilk yüzde 14’lük bölümü burada. Sıralamış bir biçimde yokuşa geliyoruz. Burada çoğunluk yürüyor. Yarışta mümkün mertebe enerjimi korumak, sürelere yetişmek, sakatlanmamak, inişlerde çok heyecanlanmamak, düzlüklerde koşmak, jog ve hızlı yürüyüş ve minimum duraklama zamanı startejisi güdüyorum. Bertone’ye varıyorum ve göğüs numaramı barkod makinesine okutuyorum. Burada bir duraklama yapmıyorum. Direk devam ediyorum.
Tete de la Tronce’a doğru yağmur biraz azalıyor. Çıktığımız ve tırmandığımız mesafe inanılmaz manzaralara sahip. Zaman kaybetmemek için bu aşamada fotoğraf çekmiyorum. Oysaki dağlar çok güzel bir daha gidersem çok daha pratik bir fotoğraf çekme metodu bulmam lazım. Her seferinde telefonu su geçirmez kılıftan çıkar-sok yapmak istemiyorum. Bu yarışta zaman kaybetmeye tahammül yok. 2 dk beklediğinizde önünüze geçen insan sayısı fazla olduğundan daha çok kuyruk demek. Bunlar daha sonra mola noktalarında bir çorbaya 40 dakikada ulaşım anlamı taşıyor.
Tronche’dan sonra Bonattiye ilerliyoruz. Bonatti noktasında duruyorum video ve foto çekiyorum. Hava güzel ama leride bulutları seçiyorum. SMS’ler geliyor ; Sedef mesaj atıyor, moral veriyor, saolsun Fırat Gürler inanılmaz motivasyon sağlıyor; adeta yarış direktörüm…
Arnuva‘ya inişte son km’lerde zorlanıyorum. Buranın kapı sınırı 16:30. Ben iki saat erken giriyorum. Fransızlar, İtalyanlar ve elit atletler inanılmaz hızlı iniyor. Ben o kadar hızlı değilim. Sürekli baton kullanıyorum. Bu yarışa gitmeden yegane tavsiyem kesinlikle iniş çalışın. Yarışta hep kulağını çınlattığım Caner Odabaşoğlunun DASK’ta ona çektirdiğim eziyetlerde bana nasıl inişte baton kullanılacağını anlatması bu yarışta bana saatler kazandırıyor. Teşekkürler Caner…
Arnuva’da “Turqie” sesleri ile karşılanıyorum. Video çekiyorum kontrol noktasında.
Daha sonra çorba, salam, tuzlu biskuvi, muz, portakal, limon, çikolata barı, su ve kola’ya boguyorum kendimi. Kola’nın bu kadar muzaam bir moral ve motivasyon kaynağı adeta sizi uyandıran yegane şey olduğunu söyleyebilirim. IRONMAN Oğuz abi seminerinde söylediğinde; bir insan o kadar saat sonra nasıl kola içer demiştim kendi kendime. Kulaklarını çınlatıyorum. İnanılmaz faydalı bir bilgi; not edin derim.
Arnuva’dan sonra asıl olay başlıyor. Grand col Ferret hayatımda yaşadığım en zorlu çıkışlardan biri. Artık yolda duran, dinlenen hatta isyan edenler başlıyor. Burada hava soğumaya başlıyor. Son kez güneşle oynuyoruz. Dağlar inanılmaz; sıra dağların hemen arkasında olduğumuzdan buzullar, rüzgar; sanki bulutlara dokunacak gibiyiz… Ne muhteşemsin sen Alp sıra dağları… Coğrafya derslerimizde okumuştuk seni… Ama sana dokunmak, senin yollarında yürümek ? İşte bu harika… Ağrılar başlıyor yavaş yavaş. Champex’e zamanında varmak istediğim tek şey tempom tabii ki’de düşüyor. 30KM geride kaldı ve neredeyse tamamı tırmanış idi.
Col Ferret’e çıktıktan sonra yağmur başlıyor. Buradan sonra vadiden ve dik yamaçlardan basamaklı inişler başlıyor ki bu alışık değilseniz dizlerinize büyük yorgunluk ve acı veriyor. Burada Japon yarışçılar ile sohbet ediyorum. Hepsi çok iyiler. Sadece Japonyada senede yüzün üzerinde ultra maraton koşuluyor. Aklıma Bakiye Duran geliyor. O da burada yarışmıştı, bu bölgeyi biliyor. Kitabını okuyorum, yarışlarda onunla sohbet ediyorum. Bakiye hepimizin göğsünü kabartan bir insan…
La Fouly’ye girerken artık su içindeyim. Ayakkabım rahat ama biraz sudan dolayı ayağım kolay hareket ediyor içinde. Tırnaklarımı kesmeme rağmen sağ ayağımı iki defa kazara kayaya vurduğumdan dolayı tırnaklarım acıyor. Parmaklarımın ayağımla birleştiği noktalar ise 50. KM’den sonra su toplamaya başladı. Bence iyi bile dayanmışlardı. La fouly istasyonunda biraz hızlı hareket edemiyorum. Sıra çok. Burada taktik üzücü ama gerçek sırayı beklemektense; aralara kaynayarak ve sıranın sonunda önce eşyalarınızı koyacak bir yer bulup sonra hemen aradan kaynayıp çorba ve sıcak içecek almakta. Sonradan sıra azaldığında kola vs almak daha akıllıca. Artık bu taktiğe geçiyorum ve sıraya riayet etmiyorum. Yarış ve ilerlemek maalesef bazen bu tarz adil olmayan hareketleri doğuyor. Avrupalılar çok amaçok yavaş. Bu benim gibi tez canlı birinin 50 dk beklemesini mümkün kılamıyor.
Çorba inanılma, şehriyeli. Bol tuz ve ekmek ile yendiğiinde 15 dakika içinde sanki sabah 10:00 sırasındaki durumunuza dönüyorsunuz. Aslı arkadaşım yolda SMS atmıştı. Onada cevap verdiğimi sizin paylamşak istiyorum. “İnsanoğlu Demirmiş” ben onu anladım. O kadar dayanıklıyız ki. Çorbamı içiyorum ve koşmak istiyorum. La Fouly’de oyalanmıyorum hemen çıkıyorum; hedefim 23:00den önce Champex’e varmak.
Bu yol boyunca Hollandalı 22 yaşından bir genç ile beraber yürüyoruz, koşuyoruz. Benimle 15 dakika takılıp daha sonra ilerliyor. Ancak sonra gene hep ileri noktalarda yakalıyoruz. Champex göl kenarında ancak La Fouly’den sonra önce iniş sonra ise 45 dakika süren dar, ıslak ve kaygan bir patikadan çıkış var. Yollar çok iyi işaretli. Hiç bir şekilde harita taşımıyorum. Kolumdaki Garmin 401 Foretrex ise bana ortalama hız, süre, yön ve saat amacı ile yardımcı oluyor.
Yollarda sarı fosforlu bant ve ince kırmızı forforlu kazıklar yolu işaretliyor. Zaten her daim önünüzde ya da arkanızda en kötü 5 dakika mesafede biri var. Ancak tabii ki de tedirgin oluyorsunuz. Çünkü bilmediğiniz yollar. İnanılmaz bir yeşillik ve tabiiki de karanlık. Champex’e varmadan 15 dakika önce kafa fenerimi takıyorum. İnsanlar önce birbirilerinin fenerlerinden yararlanıp pillerini ekonomik kullanıyorlar Bu da bir taktik bende uyuyorum.
Champex’e 1.2 saat erken zamanında giriyorum. Gene inanılmaz sıra var. Diğer kapılardan farkı yarışın yarıdan fazlası geçildiğinden ve şehir merkezine yakın olduğundan dolayı burası insanlara yardımcı olmak isteyen yakınları ile buluştuğu bir yer. 30 KG’luk bir çanta ya izin alan bu kişiler içinde kıyafet ve diger yardımcı malzemeleri taşıyorlar. Ve ıslanan yarışçıları kuruyorlar hatta ayakkabılarını değişiyorlar. Bu muhteşem birşey. Sıfır ve kupkuru Salomon’larım için neler vermezdim. Yanımda getirdiğim Salomon sentetik koşu çorabını giymek için soyunuyorum Kasıklarıma anti-chaft cream dediğimiz sürtünmeyi önleyici krem sürüyorum. Bunu minik bir vazelinlede yapabilirsiniz. Ayaklarımı kuruluyorum. Su içinde çoraplarımı çöpe atıyorum. Topuklarımı ve ayağımı kurutuyorum, krem sürüyorum ve bandajlıyorum. Sonra çorabımı giyiyorum. Muhteşem oldular ! (Ancak bu 5 dk sonra dev bir su birikintisinde son bulan bir keyif )
Çorbanın yanı sıra burada asıl en sevindirici şey makarna. Hem de domates ve parmesan soslu. Parmesan’a ve tuza boğuyorum makarnayı… Ama domates sosunu almıyorum; karabiberli olduğundan midemi bozmamam lazım. Champex’e gelirken yolda Hong Kong ve Çinli yarışçılar kusuyorlardı. Mideleri bazı tatlara alışık olmadığından çok rahatsız olmuşlardı.
Champex’den çıkıyorum ve yarışta benim için inanılmaz bir deneyim va kader noktası olan Bovine istasyonuna dorğu ilerliyorum. Burada kapı noktası Trient ; 72. KM (Kafamdaki hesaba göre 1 saat önce Trient’e varmayı düşünürken sadec 37 dakika ile bu kapıya gireceğim)
Bovine…Bovine…Bovine… Bu kelimeyi yarışta ne çok söyledim… Basamak basamak, tam 4 km tırmanış. Her bir basamak 30-50 cm arasında. Taştan. İnanılmaz bir kuyruk. Bovine yamacına varana kadar geçtiğimiz şelaler ve dereler. Ayakların ıslanması, rüzgar, inanılmaz vahşi doğa hem güzel hem çok eziyet verici… Bovine inanılmaz bir deneyimdi benim için. Buradan sonra soğuk inanılmaz. Hava sıfırın altına indi. Bu istasyona vardığımda iki çadır gördüm. Bu çadırların birincisinde sıcak içecek var. Hemen içecek veren kız ile iletişim sağlıyorum, bana hemen 1 şekerli bir bardak çay veriyor. Bardğım büyük elimi ısıtıyor. Ellerim donmak üzere. Parmaksız eldiven aldım ama yarışçıların %60’ında eldiven yok. Bir yan çadırda ne var acaba çorba var mı diye giriyorum. İçerisinde en az 50 yarışçı. Ağlayanlar, çoğu hipotermi yani donma tehlikesi geçiriyor. İlk yardım uzmanları herkesi acil durum battaniyelerine sarmış vaziyette. Bu çok önemli bir malzeme. Vücut ısınızı ve sizi donmaya karşı bir nebze koruyor. Bovine’de batonlarımı kısaltıyorum kollarımın altına alıyorum elimde çay bardağım yürüyorum. Karanlıkta. Pes etmek yok ! Donmak yok. Yarışı bırakmak asla yok… Ben buraya bitirmeye geldim diye bağırarak yoldaki şaşkın bakışların altına ilerliyorum yamaçtan… Türkçe kimse bilmediğinden büyük keyif bu…
Bovine sırtından sonra Trient’e iniş kısa sürmeli diyeceğim ama çamur akıyor dağdan. O kadar yağmur yağıyor ki anlatamam. Salomon Minim Goretex Paclite II olmasydı bende Bovine’de sargılı oturuyor olabilirdim. Yarışlarda sürekli hareket halinde olmak kritik. Bovine istasyonu bana şunları öğretti.
1- İyi yağmurluk alın. 150 gram olmasın 250-300 olsun ama iyi olsun. Goretex nefes alan birşey ama hafif olabildiğince.
2- Buff: Başınızı ve boynunuzu kapatın yağmurluğu kafanıza geçirin.
3- Şapka : Gözlüğünüzü yağmurda korursunuz. Yoksa önünüzü gözlüklüyseniz görmeniz mucize olur.
4- Eldiven: Uzun parmaklı Windproof bir eldiven almamın vakti gelmiş.
5- Kısa Tozluk : Çamur bir nebze daha ayağınıza az girsin diyorsanız. Su girer ve çıkar ama taş ve çamur sizi durdurur.
Trient’e inerken herkes kayıp düşüyor. 72.KM’ye geliyorum. Batonlar olmasa napardım bilemiyorum. 98 KM’lik yarışın %73’ü bitti. Az kaldı diyorum. Kapıdan giriyorum. Doğru yemeğe herkes içeride şaşkın ve durgun. Yemekte sıra yok. Şaşırtıcı. Fırat ile konuşuyorum büyük moral veriyor. Suyumu dolduruyorum. 15 dk’da çıkacağım bu kapıdan ve 3:45’te başlayıp Vallocrine’i hedefliyorum … Suyu dolduran kadın. Çıkamazsın diyor. Şaşkınım??? Saatimi gösteriyorum. Diskalifiye olmadım ki zamanım daha bolca var diyorum. Ama kadın bana başka birşey anlatmaya çalışıyor. “Race Cancelled” Yarış İptal edildi ;dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Nasıl olur… Nasıl ? Vallocrine sonrasında sonrasında çamur kayması, soğuk hava gibi etmenlerden dolayı parkurun yarış güvenliğinin kaybolmasından dolayı yarış durduruluyor. Başlatılacak mı ? diyorum hayır cevabı ile olduğum yere çöküyorum…
Tam 6 ay beklediğim rüyalarıma giren, ormanda tek başıma koşarken ağlatan şey finish sahnesi idi. Koşarak kapıdan girişim… Bu olmayacak mı ? Demir gibiyim… Ne ayağım ağrıyor ne kolum. Direk gidebilirdim… Daha çok rahat azimle bitrebilirdim…Neden ?
Yıkıntımı hemen Sedef’e söylüyorum. Teskin ediyor. Fırat’ı arıyorum; inanamıyor. UTMB166 yarışı 30.km’sinde, TDSyarışı ise hiç başlamadan bitiyor. Trient’deki dev ekranda yarış numaralarını sorguluyorum ve Girgin kardeşlerin benden 2.5 saat önde 80. Km’de Vallocrine’de durdururlduğunu öğreniyorum. Durumları iyi.
Otobüsleri beklemeye başlıyoruz. Mükemmel organizasyon 1 saat sonra otobüsleri yığıyor kapıya, biraz kargaşa ama gene de biniyoruz. Sabah 10’da başlayan efsane yarıl benim için 17 saat 23 dakika kesintisiz koşu, tırmanış, yürüyüş ve bir çok anı ile otobüste noktalanıyor. (Bknz. Foto)
Otobüs Chamonixde sabaha karşı 5:30 ‘da başladığımız yere bırakıyor. Otobüste oturduğumuzdan herkesin ayakları tutulmuş vaziyette. Bir oturduğunuzda kalkamıyorsunuz. Ama ayakta iken demir gibisiniz durmak bilmiyorsunuz. Belkide kendimi çok şartladım, uzun koşular ile dayanıklığımı arttırdım… Ama otele giriyorum her yanım çamur. Sedef ile kucaklaşıyoruz. Böyle bitmemeliydi. Tarihinden ilk defa UTMB yarışları duruyor. Herkes şaşkın. Japonyadan kalkıp gelen ultra maratoncu Kaburaki 30.km’de ağlarken onu Sebastian Chagneu teselli ediyor. Ertesi sabah 5 ‘te TDS ve UTMB 166 yarışçılarına SMS gidiyor ve 1.500 kişi ile 88KM’lik özel bir etap yapılıyor. Bu yarışa çoğu elit atlet katılmıyor. Birincisi erkek ve kadınlarda İngilizler oluyor.
Yarışta Trient’e geldiğimden dolayı 2 Puan almaya hak kazanıyorum. Bu bana 2 sene boyunca TDS ve CCC kuralarına katılım hakkı sağlayacak…
Öğrendiklerim…
O kadar çok ki… Bu yazı sitede yazdığım en uzun yazı. En uzun deneyim. Tüm Adım Adım, DASK ve Macera yarışları camiasına Frankfurt-Lizbon uçağında yazarak armağan ediyorum. Dayanklılık sporları ve kendini hep ileriye taşımak benim için hobiden öte kendini bulma. Acılar, üzüntüler, sevgi, nefret gibi tüm dugularımı gözden geçirdiğim bir süreç. Kendi başıma kaldığım ve kendimle konuştuğum yegane yer…
Malzeme seçiminden, hazırlığa, psikolojik dirençten, duygusal sabrınıza kadar her şeyi sorguladığınız, düşündüğünüz, dikkatini verdiğiniz dev bir proje bu. Bu süreci yönetek ve başarı ile çıkmak çok önemli.
Bu yarışte hep teksiniz. Bu çok önemli bir ayrıntı. Yanınızda arkadaşnız olsa bile konsantre olmazsanız kaybedersiniz. Ben garip bir biçimde MP3 çalarımı dinlemedim. Sadece 1- saat belki. Bir sonrakine de taşımayı düşünmüyorum. Gerek yok. Motivasyon için o kadar çok zamanınız ve düşünceniz var ki. Müzik size birşey ifade etmeyecek. Kafanızda o kadar çok kişi ve ses olacak ki.. Sevdikleriniz, arkadaşlarınız, bir sorumluluk ile bitirmek amacıyla kalkıp geldiğiniz bu yarış çaktırmadan size büyük sorumluluk yükleyecek.
Acıya dayanmak, yeri geldiğinde gözlerinizin dolması, yeri geldiğine “Haydi Oğlum” demek.. “Haydi sen bunun için burdasın” at adımlarını…Varsa enerji biraz yokuş aşağı koş… 3Km kaldı. 2 km kaldı.. say geriye her bitirdiğin KM seni hedefine yaklaştırıyor… Haydi… Haydi…
Yarış sonunda ana çadıra gidip chip ve bilekliğimi teslim ediyorum. 20 Euro depozitimi ve benim için çok önemli olan gururla giyeceğim The North Face WindProof Yeleğimi alıyorum.
Göğsünde “CCC FINISHER” yani “CCC Parkuru Bitirdi” yazıyor.
Üstüme giyince Sedef ile gözgöze geliyorum. Gözlerim doluyor…
Ultra Trail Mont Blanc’i bir gün denemeniz diğiyle.
EMRE TOK
13.09.2010…
Diğer Yarış Raporları – Other Race Reports
- https://www.geziyorum.net/utmb-tds-rapor/
- https://www.geziyorum.net/utmb-video-documentary/
- https://www.geziyorum.net/utmb-ccc-2010/
- https://www.geziyorum.net/dorset-coastal-ultramarathon/
- https://www.geziyorum.net/london-ultra-marathon/
- https://www.geziyorum.net/northampton-ultra/
- https://www.geziyorum.net/dask-adam-2010/
- https://www.geziyorum.net/edinburgh-maratonu/
Evren
Eylül 14, 2010 at 1:15 pm
hayret, şaşkınlık, gıpta, üzüntü, hayal kırıklığı, olamazzzzz… ama olsun, ne güzel bir deneyim, başarı, öğrenmek.
tüylerim diken diken oldu okurken, şimdi yazarken bile. ne denir ki bilemedim. kopuk kopuk kelimeler.
gungor
Eylül 14, 2010 at 1:34 pm
antremanlardaki ve yarisdaki azmin, yarida kesilmis bile olsa da, 72. km’ye kadar gosterdigin basaridan dolayi tebrik ediyorum. aramizdan birinin bu insan ustu performansi gostermesi bizim icin, bu kisinin sen olasi da senin icin buyuk gurur kaynagi olmali diye dusunuyorum. paylasim icinde ayrica tesekkurler. sen bizim sampiyonumuzsun.
FIRAT
Eylül 14, 2010 at 2:03 pm
Emre Kardeşim,
Çok güzel yazmışsın. En sonunda gözlerim doldu.. İyi ki yaptın bu işi.. Çok yol açtın..
Yalçın Parmaksız
Eylül 14, 2010 at 3:50 pm
“Bu yarışte hep teksiniz. Bu çok önemli bir ayrıntı” …Konsanrasyonun ne kadar önemli olduğunu çok iyi anlatılmış. Daha nice başarılara… :)
ALPER DALKILIÇ
Eylül 15, 2010 at 12:48 am
Emre, tekrar tebrik ediyor, birlikte yapacağımız antremanları bekliyorum. Yazın bir sonraki etkinliğe katılmak isteyenlere de ışık tutacaktır. Nice faaliyetlere.
şener
Eylül 15, 2010 at 2:07 am
çok iyi yamışsın fotoraflarda süper olmuş.Okurken snki bende ordaymışsım gibi oldum ya süpersin benimde gözlerim doldu..
Yok böyle birşeyyy
Volkan
Eylül 15, 2010 at 5:16 am
Yaptığını yapmak kadar bunları aktarmak ta ayrı bir iş, ayrıca çoğu insan için inanılmaz değerli.
Benim de site de okuduğum en uzun ve en muhteşem yazı oldu, her ne kadar benim ilgilendiğim bir alan olmasa da(çok imreniyorum) biliyor musun bu sitenin en sıkı takipçisi benimdir.
Rahat söyleyebirim bu aşk işi ve bir şekilde bu siteye imkanım nispetinde destek verebilmek, burada minnacık da olsa katkımın olduğunu bilmek gurur veriyor.
Teşekkür ederim Emre.
Gülhan Gülez
Eylül 15, 2010 at 9:14 am
Harikaydı! Umarım ileriki senelerde de katılma fırsatı bulursun.
Cumhur Baştuhan
Eylül 15, 2010 at 9:58 am
Emre tebrikler
Hazırlık süreci, maraton ve en önemlisi maraton sonrası paylaşım…
Bende bir dağcı olarak bunun ne demek olduğunu çok iyi hissediyorum ve başarılarının devamını diliyorum, umarım bizim ülkemizde de böyle organizasyonlara imza atarız…
Teşekkürler
Cumhur Baştuhan
Oğuz Omur
Eylül 15, 2010 at 11:05 am
Emre’cim tekrar tebrik ederim. En önemlisi son paragraflarında belirttiğin bir kaç şey senin bu işin aslında görünmeyen tarafını da çok güzel kavradığını gösteriyor. Mp3 çalarını neden taşımaya gerek kalmadığını anlatırken olayın özetini çok güzel çıkartmışsın. anlatım tarzın da çok etkileyici. beni aldın oralara götürdün valla:) Okurken seneye ben de gitsem diye içimden geçirip durdum. Dayanıklılık sporcusunun yalnızlığını, kafasına giren binlerce çelişkili düşünceleri bundan güzel anlatamazdın herhalde. Senden seneye daha iyi sonuçlar bekliyorum. sakatlanmadan istikrarlı antremanlara devam. Bu iş acı ve cefa çekmeden olmuyor. Cazip tarafı da bu zaten. Yoksa adı futbol olurdu herkes yapardı:))) Kendine iyi bak..
Berke Tok
Eylül 15, 2010 at 1:43 pm
Mükemmel bir yazı..
EMRE TOK’un kardeşi olmak benim için sonsuz bir gurur kaynağı. Orda sadece kendini değil, aileni ve bütün Türkiye’yi temsil ettin abi.
Seni çok seviyorum.
Kardeşin Berke.
Ömer Albayrak
Eylül 15, 2010 at 11:49 pm
Tebrikler Emre kardeş…harcadığın eforu, dizlerinin dermanını ve yanan göğsünü hedefe kilitlenmiş beynini ve o an çarpan kalbini en iyi bilenlerdenim. Yaptıklarını ve yaşadıklarını sürükleyici biçimde bizlere aktarman da ayrı bir başarı, tekrar kutluyorum. O yaban ellerde böylesine nadir bir alanda Türk olmak da ayrıca bir gurur kaynağı. Yalnız Kurt olarak adlandırılmış bir dağcı olarak, seni ve tüm okuyan arkadaşları selamlıyorum. Alplerin meşhur zirvelerini ve bölgedeki hemen her yerleşim merkezlerini yakından tanırım. Geçtiğimiz ağustos ayı sonlarında ben ve Anadolu Dağcılıktan arkadaşım Sönmez Erkaya ile birlikte Isviçrede Zermatt ve Fransada Chamonix dolaylarında iki hafta Alpin sitilinde dağcılık faaliyetinde bulunduk. Sırası ile meşhur Matterhorn ve Mont Blanc dağlarına zirve tırmanışını başarı ile gerçekleştirdik. Bu sene Türk sporcu ve dağcılarının Alplere çıkarma yapmaya başladığı bir yıl oldu sanki, daha başka dağcılara da rastladık, Zirve dağcılıktan Mutlu İnan Akdag ve Tuna ile Mont Blanc da karşılaştık. Daha sonraki hafta İbrahim Akçay da Matterhorna tırmanış için gelmiş olacaktı. Raporunuzu okuyunca tepkisiz kalamadım. Tüm doğa tutkunlarına sıradışı dayanıklılık sporu ile uğraşanlara ve özellikle dağcı arkadaşlara selam ve saygılarımla.
Ömer Albayrak
Rotterdam-Hollanda
Oğuzhan
Eylül 16, 2010 at 11:14 am
Yarışma son evrelerde iptal edilmiş olsada o evreye gelmek için harcadığın emek takdir edilecek birşey. Bunu burada paylaşmanda çok güzel.
Tebrik ediyorum,inşallah bir dahaki sefere hayallerin gerçek olur.
ÖZGE ERDEMİR
Eylül 16, 2010 at 12:40 pm
Emre Bey böyle önemli bir yarışa katılımınız ve gösterdiğiniz üstün çaba mükemmel..Yazıyı okurken bile ben çok heyecanlandım,orada bulunmak benim için çok çok ayrı bi heyecan olurdu kesinlikle.Umarım birdahaki sefere yarışta bi sorun olmaz ve bitirirsiniz.Birgün hepimizin bu deneyimi yaşaması dileğiyle..Tebrikler =)
Işıl Tokcan
Eylül 16, 2010 at 3:07 pm
Sevgili Emre,
Çok güzel anlatmışsın. Sertan ve Serkan’ın 80.kmye gitmelerine şaşırmadım. Onların performansını çok iyi biliyorum. Yani senin performansın hakkında fikir sahibi oldum kıyas yoluyla. Müthişsin gerçekten. Önemli olan sonuç değil sürecçtir diyerek bitiriyorum,
Tebrikler, tebrikler
Hakkı Arıkan
Eylül 16, 2010 at 7:42 pm
Tebrik ederim. Müthiş adamsın valla :)
mesut erçin
Eylül 17, 2010 at 9:31 am
Tebrik ediyorum öncelikle,
Müthiş bir başarı. Doğa sporlarının doğa izin verdiği sürece yapılabileceğine ve yapılamsı gerektiğine de iyi bir örnek. Doğa izin vermiyorsa direnmemeyi, Avrupalılar kadar uygulamamız gerekiyor en azından.
Sağlık ve mutlulukla Nice başarılı faaliyetler diliyorum.
Menderes Alemdaroğlu
Eylül 17, 2010 at 10:28 am
bir solukta okudum. dilerim tekrar katılırsın
yolun fethiye’ye düşerse macera yarışımız var belki takım kurup katılırsın. 2.Uluslararası Likya Macera yarışı.
Tebrikler
mustafa akdemir
Eylül 19, 2010 at 2:34 pm
Emre tebrık ederım arkadasım. Basarılarının devamını dılerım.Gelecek genclere ınanılmaz guzel ornekler ınsallah bırılerı bayragı daha ılerılere tasır. Aynı tarıhlerde INTERLAKEN’de janfuaru dag maratonuda vardı.Sehırde afıslerını gordum..Tekrar tebrıkler..
Seval Aslan
Eylül 26, 2010 at 9:53 am
Tebirikler Emre, Serkan ve Sertan. Ve teşekkürler bizi böylesi zor bir dalda temsil edip Türklerin de bu tip musabakalarda bulunup başarılı olabiliceğini tüm dünyaya gösterdiğiniz için. Başarılarınızın ve paylaşımlarınızın devamını dilerim.
haldun/DASK
Ekim 18, 2010 at 2:41 pm
sanırım doğa araştırmaları, sporları ve kurtarma derneğinin gönüllülerinden birisi olarak sizleri o yarışlarda görebilmek çok keyifli. Sizlerin temsil ettiklerinizin değeri tartışılamaz ve bu gurur bizleri daha da kamçılamakta. Fotograflarınızda ve yazınızdaki duygularınızı sanki bizlerde yaşamış gibiyiz. Umarım bir sonrakinde arzularınıza ulaşırsınız. Ama bu girişimleriniz gerçekten bizlere gurur veriyor ve inanıyorum ki gelecekte DASK_ADAM sayenizde daha da güçlü ve daha çok katılımlı bir ulaslararası yarışma haline gelecek. Önümüzdeki ADAM da görüşebilmek üzere. Sevgilerimle DR Haldun Orhun DASK GÖNÜLLÜSÜ
Soner Sarıhan
Kasım 15, 2010 at 11:39 am
Yaşadığın gurura ve yarış sonundaki hüznüne ortak edip bizimde yanaklarımızı ıslattığın için teşekkürler.Çıtayı daha ileriye daha yükseğe koymak için gösterdiğin çabayı ne kadar taktir etsek azdır.
berke özücer
Ocak 11, 2011 at 12:42 am
tebrikler emre.
şahaneymiş, lym var mı planlarda
24 eylül, yaz yaz yaz bir kenara yaz
ilbay çep
Ocak 25, 2011 at 11:05 pm
Emrecim;
YEMA lideri olarak seninle gurur duydum bi kez daha..Ben kendimi (Kaçkar yaylalarında 15-20 km yürüdüğümde) dayanıklı sanarken
dünyanın başka köşelerinde insanların neler yaptığını yazdıkların-yaptıkların sayesinde yaşamış ve öğrenmiş oldum..Doğu Karadenizde de bu tip bir faaliyeti başlatmak için öncü olmaya var mısın ? Ben hazırım kardeşim..Gözlerinden öperim…bybyilby..
R. Muzaffer Musal
Mart 21, 2011 at 3:33 pm
Oncelikle bu yazinin parcasi olan tum arkadaslari kutluyorum. Bu kadar hazirlanmaya karsin, bu kadar ilerlemeye karsin yarisin iptal edilmesinin etkisini sadece tahmin edebiliyorum, bu korkuyu bende her seferinde 1-2 hafta oncesinden yasiyorum. Ama hayat yeterince uzun, bir dahaki yarisa…
Arkadaslar yurtdisindan yaziyorum, Leadville deki 100 Millik yarisa bu sene tekrar katilacagim, yazin iki ay TCde gecirecegim. Irtifada tavsiye edebileceginiz, 8-10 saatlik kosu yapilabilecek bolgeler varmidir? Gecen sene Aladaglar bolgesinde kosmustum gayet memnun kalmistim ama daha once gitmedigim yerleride antreman sayesinde gormek istiyorum. Bunun disinda yazin bildiginiz ultra yarislar var mi (2000-3000 dolar lik giris ucreti olmayan)
Tavsiyeleriniz icin simdiden tesekkur ederim.
emre
Mart 22, 2011 at 4:40 pm
Detaylı görüşmek için size trailrunning@hotmail.com adresimden cevap yazacagım. Ancak UTMB yarışlarını tavsiye edeceğim. Nerede yaşıyorsunuz Muzaffer Bey?
Baris Bezel
Haziran 21, 2011 at 10:12 am
Emre, hem bu deneyim, hem de aktarım olağanüstü gerçekten. Çok geç gördüm okudum ama yorum yazmak istedim. Barış
Buca Klima
Nisan 6, 2014 at 3:07 pm
Tebrik Ederim Emre, Emeklerin hiç bir zaman boşa gitmez ilerde hayallerin gerçek olur bunlarda tatlı bir hatıra olarak kalır.
Akgün Özsoy
Haziran 26, 2014 at 12:23 pm
yazı, fotoğraflar ve de en önemlisi ultra maraton için ayrı ayrı tebrikler..